22 Ocak 2013 Salı

Nereden Geliyor Bu Oktay Mahmuti Sevgisi?

Son 2 sene içinde, başlıktaki soruyu sanırım yüzlerce defa duymuşumdur. Bu sorunun cevabını sezonun ortasındayken ve işlerin yeteri kadar kızışmadığı, insanların birbirini daha az kıracağı şu zaman diliminde vermek en doğrusu olur.

Aslında bu yazı, Oktay Mahmuti ve Ergin Ataman kıyaslaması üzerine olacaktı ama son zamanlarda (iyi niyetli olsun, art niyetli olsun) ne zaman bu tarz bir şey yazsam, kutuplaşmalar olması ve sevdiğim insanlardan hoşuma gitmeyecek sözler işitmem nedeniyle, bu yazının daha çok Oktay Mahmuti sevgisi üzerine olmalı diye düşündüm.

Benim için yolun başına dönersek; bir insan basketbolu izleyip, ondan keyif almaya başlayınca ve işin biraz daha teknik-taktik kısmına yönelince, kendine uygun bir basketbol tarzını benimseye başlıyor. Sırasıyla Avrupa'da bu basketbolu oynatan koçların ve onların takımları inceleniyor, maç izledikçe kafanızda kendi düşünceleriniz oluşmaya başlıyor. Bunları yapma sıklığınıza göre de zamanla her şey hakkında yorum yapabilecek, başkalarının düşüncelerine ihtiyaç duymadan kendi fikrinizi söyleyebilecek konuma geliyorsunuz.

Kendi özelimde ilk aşamaya dönecek olursam, Obradovic ve Blatt'ın oynattığı basketbola hayran kalan biri olarak Oktay Mahmuti'nin basketbol anlayışına ısınmam zor olmadı. Her şeyin temelinde takım düzeninin olduğu, düşük kapasiteli oyunculardan bile yüksek verim alındığı bu savunmaya dayalı sistemler, rakipleri olan düzensiz basketbol veya run and gun denilen hızlı hücuma dayalı sistemlere karşı üstünlüğünü kabul ettirmişti. Bu sistemlerle 3-4 kat büyük bütçeli takımlarla başa çıkmak hayal değildi, zira iliklerimize kadar işleyen "son topa kadar" felsefesi aslında Oktay Mahmuti'nin değil, bu sistemin disiplininden gelen bir mottoydu. Oktay Mahmuti bu akımı en iyi temsil eden Türk koç olarak, düşük profilli oyunculardan kurulu takımıyla harika işler yaparak benim ve benim gibi birçok insanın sevgisini kazandı.

Her insan eleştirilebilir ve doğru eleştirilere de sonuna kadar saygı gösterilir. Ancak yollar ayrıldıktan sonra, işin doğrusunu bilmeden yapılan Ünal Özüak tarzındaki eleştirilerle bu adama hak ettiği saygının gösterilmemesi çok can sıkıcı bir durum.

İlk olarak sezon ortasında yapılan transferlere değinmek gerekirse; "Savovic kim, Macvan kim?" eleştirisine katılmayan olmaz ama bu eleştiriyi yapmadan önce o zamanki yöneticilerin kafa yapısını da hesaba katmak gerekir. Bir sonraki sene bonservislere toplam 1.5 milyon dolar ödeyip, 3 senelik yüklü kontratların altına imza atan yöneticiler, bir önceki sene Savovic'in bonservisine verilen 100 bin doları kulüp içinde gündem maddesi yapmıştı. Bu sorun olmasa bile "Mahmuti hep düşük profilli oyuncularla çalışır" diyenler içinse, Mahmuti'nin geçen sene başında Ersan İlyasova ve Nikola Pekovic'i istediğini, bu sene de Jordan Farmar'la çalıştığını belirtmekte fayda var.

Öte yandan, şimdiki yardımcı antrenörümüz Yağızer Uluğ'un yarı final serisi 2. maçında Ergin Ataman'a verdiği savunma tavsiyesine kadar ligi domine eden ve o tavsiye olmasa namağlup şampiyon olması yüksek ihtimal olan takımın Beşiktaş'a elenmesiyle istenilen ortam oluştu. Oktay Hoca'nın o hamleye karşılık veremediği doğru bir eleştiri olsa da, burada koçun  böyle savunmaları çözmesi için aldığı 2 oyuncu olan Lakovic ve Songaila'nın hayal kırıklığı olması bazılarına göre onun talihsizliği, bazılarına göreyse yanlış oyuncu seçimiydi.

Sporseverliğini duygularıyla birleştiren benim gibi -tabiri caizse- romantik taraftarlar için Oktay Mahmuti gibi adamlar özeldir ve bu adamlar kolay kolay gelmezler. Her branşta altyapımızdan yetiştirdiğimiz sporcuları görmek isteyen ve onları ayrı bir yerde tutan, günlük başarıları istemeyip kolay kolay sarsılmayacak sağlam bir yapıya sahip olmayı bekleyen benim gibi insanlar için bulunmaz bir nimetti. Geldiği gün verdiği tüm sözleri tuttu. Göksenin gibi bir basketbolcuyu Türk basketboluna sıfırdan kazandırdı, Furkan'ı Krstic'in karşısına koymaktan hiç çekinmedi, Galatasaray'ın parasını boşa harcamadı, 10 yıl boyunca ligi domine etmek için ligin en potansiyelli yerlilerine teklifler götürdü, en önemlisi de Galatasaray taraftarının yüzünü basketbola döndürdü, kaybettiğinde üzülmeyi hak eden bir takım yarattı.

Hal böyleyken, benim gibi düşünen taraftarlar için Oktay Mahmuti en iyi koçtur, başkaları içinse böyle olmayabilir. Bu gayet doğal bir durumken, sene başından beri taraftarları kutuplaştıran şey ise Oktay Mahmuti'ye ve bu şubeye verdiği emeklere saygısızlık yapılması oldu. Yönetimin küfür yalanı ve ısmarlama haber yaptırması şu yönetimden beklenen bir durum ama basketbolda doğduğundan beri hiç bu kadar heyecan yaşamamış, ya da Oktay Mahmuti'nin yarattığı sinerji sayesinde hayatında ilk kez salona gelmiş taraftarların buna inanması ve gerek bunun üzerinden, gerekse iki koçu kıyaslarken sadece son sene oluşan tabloyu baz alıp saygısızlık yapması bu noktaya gelmemizi sağladı.

Bambaşka 2 yolu seçmiş ve basketbol anlayışı olarak birbirlerinden ayrılan 2 koçtan hangisinin iyi olduğunu herkes tartışabilir. Bunun gerçek cevabını ise ancak 2 koç da antrenörlük kariyerlerini sonlandırdığında, geride bıraktıklarına bakarak alabiliriz.

Futboldaki altın çağımızı daha küçük bir çocuk olduğu için ancak evinden takip eden bana, hayatımda en mutlu olduğum anları yaşattırdığı ve her seferinde bu mutluluğun üzerine yeni bir şeyler inşa ettiği için Oktay Mahmuti benim için çok özel bir adamdır ve benim Galatasaray Basketbol Şubesi'nde yıllardır yapılmasını istediğim şeyleri 2 sene gibi kısa bir sürede yaptığı için benim efsanelerim arasına çoktan girmiştir.

Yollarımız bir daha kesişir mi kesişmez mi bilinmez ama benim Oktay Mahmuti sevgim işte buradan geliyor...