19 Kasım 2011 Cumartesi

Abdi İpekçi'de Tarih Yazmak

Nereden başlasam, neyi anlatsam hiç bilmiyorum. Bu yazıyı aslında yazmayıp bu unutulmaz günü kendime saklamayı da düşündüm bir an için ama yıllar sonra dönüp baktığımızda bu maçın yazısı da burada olsun, gurur ve keyifle okuyalım.


Bu maçın hikayesi için aslında Kazan maçının öncesine kadar gitmek gerekiyor. Gecenin bir yarısı arkadaşlarla sohbet ederken "Oğlum Euroleague tarihimizin ilk iç saha maçına çıkıyoruz, bir şeyler yapmayacak mıyız lan?" şeklinde bir soruma, arkadaşımın "Sopalı Pankart yapalım, en güzeli o olur" cevabı sonrası vakit kaybetmeden Uni ile iletişime geçildi. Onların da bu konuya çok sıcak yaklaşması ile beraber tamamı üniversite öğrencilerinden oluşan 100'den fazla kişi bu organizasyon için ciddi emek harcadı. Kazan maçında girişte emniyet müdürlüğü sıkıntı çıkardı, Hakan Üstünberk'ten Abdürrahim Albayrak'a kadar kim çağrılırsa çağrılsın ilgilenmediler. Sanırım bu organizasyonun bu denli görkemli olacağını ve gördükten sonra pişman olacaklarını düşünemedi yöneticilerimiz, umarım bu yaptıkları son yanlış olur diyelim. Güzel şeylerden devam etmek gerekirse bu hayal kırıklığı ve sinir karışımı duygular sanırım insanları daha da kamçıladı.

O pankartlar ne pahasına olursa olsun bir sonraki maçta salona girecekti. Euroleague yönetimine atılan mailler, "Bizim için sorun yok, Emniyet Müdürlüğü'nden izin alın yeter" cevabı, Emniyet Müdürü'nü ikna çabaları, en sonunda bu pankartların sahaya atılması ya da birilerine zarar vermesi durumunda, bu olaylardan sorumlu olacağını kabul eden 50 ayrı kişinin kimliğinin verilmesi şartıyla izin alındı. Salon içinde bir o kadar daha koşuşturmaca, pankartların 4 bir yana dağıtılması, herkese ne yapacağının tek tek anlatılması... Bu iş için uğraşan insanlar ilk periyodun neredeyse tamamını kaçırdı ama Euroleague'de yapılmış en güzel şovlardan birine, işte burası çok önemli -yönetim desteksiz- imza attı.


Maça gelirsek böyle bir momentum ve taraftar desteği ile girdiğimiz maçta doğal olarak ilk periyodu iyi oynadık. Tam kendimizi öne atacak iken, iyi savunma yaptığımız pozisyonda Sada'dan gelen zor üçlük buna izin vermedi ve ilk periyodu 19-19 bitirdik. 2. periyoda kötü başladık, ilk 4 dakika sayı bulamadık. Buna karşılık olarak Barcelona ise Pete Mickael ve CJ Wallace ikilisi ile sayılar buldu bu devreye 44-29'luk bir skorla geride girdik. 3. periyoda da pek iyi başlamadık, Navarro'nun fast break üçlüğü ve Lorbek'in pota altından bulduğu sayılarla skor 56-36'a geldi, Oktay Mahmuti mola aldı. Ne olduysa bundan sonra oldu zaten. Başka bir salonda, başka bir takımın maçında taraftar 20 sayı fark yiyen takıma desteğini keser, homurdanmalar başlar ama İpekçi'de tam tersi oldu. Fark 18'e indi, hala kazanabileceğimize inanıyorduk. "Barcelona piçleri dönsün şaşkına" tezahüratı hiç bu kadar anlamlı olmamıştı, çünkü Barcelona normalde böyle bir maçta 30 sayı farka doğru rahatça giderdi. Oyuncular ve koç Xavier Pascual ne olduğunu anlamadan fark erimeye başladı ama işte Lakovic'in ayağının takılmasıyla Navarro'ya yaptığımız talihsiz faul ile Lorbek'in mucize üçlüğü maçı kazanmamıza yetmedi. Tüm bunlara rağmen kazanabilirdik, istediğimiz sadece 2 dakika daha süreydi ama maalesef olmadı.
  • Barcelona maçında eleştirilen 2 oyuncudan biri Lakovic'ti, onun hakkında bir şeyler yazmak istiyorum ben. Lakovic son periyoda kadar şut denemesinde bulunmadı belki ama muhtemelen basketbol kariyeri boyunca savunmada en fazla efor sarfettiği, en fazla mücadele ettiği maçı oynadı. Hücumda elbette kullanamadığı atışlar var, buna bir çözüm bulmak gerekiyor ama savunmadaki mücadelesiyle o eksiğini bu maçlık kapattı benim gözümde.

  • Yine Cevher hücumda her zaman soktuğu üçlükleri sokamasa da savunmada ve özellikle ribauntlarda inanılmaz aktifti. Alan savunmasında arkada hiç sırıtmadı, yine CJ Wallace'ı Shumpert ve Songaila'ya göre çok iyi savundu. Her maç böyle mücadele etsin, bu işleri yapsın yeter. Üçlükler elbet bir gün girer.

  • Shipp de maçın gizli kahramanlarından biriydi. 2. periyotta takılıp kaldığımız anlarda potaya çok cesur gitti. Bunun dışında Barcelona'yı durduran Alan Savunması'nın bel kemiğiydi. Navarro gibi bir silahın olduğu takıma karşı alan savunması yapmak çok riskli ve zordu, burada Shipp'in zaman zaman Ndong'a top aldırmamaya çalışırken aynı zamanda 1 saniyeden kısa bir sürede Navarro'nun üstüne çıkması gerekiyordu. Shipp bu geçişleri inanılmaz yaptı ve alan savunmamızın bu derece verimli olmasını sağlayan faktördü.

  • Tutku-Andric ikilisini sene başından beri verimli kullanamadığımızdan dert yanıyordum, sanıyorum kendilerini bu maça saklıyormuşuz. İlk devre bu ikili sayesinde kolay sayılara gittik. Ne yazık ki Tutku 2. devrede sakatlanınca hücumumuz biraz darbe yedi ama sanıyorum çok önemli bir sorunu yoktur.
Bu maçtan sonra görüldü ki biz bu salonda bu destekle herkesi yenebiliriz. Bugün Barcelona'yı elimizden kaçırdık ama yarın Cska Moskova'yı bile bu salonda yenebilecek gücümüz olduğunu kanıtladık. Zaten böylesine tecrübe kazandığımız maçların sayısı belli bir rakama ulaştıktan sonra İpekçi'de oynayacağımız istisnasız her maça favori çıkacağız ve burada müthiş bir galibiyet serisi yakalayacağız, buna inancım sonsuz.

Grupla ilgili bir şeyler söylemek gerekirse de; Olimpija ve Prokom'u burada rahat yeneceğimizi düşünürsek Unics Kazan ile Rusya'da oynayacağımız maç 3.yü belirleyecek. Siena ile İpekçi'de oynayacağımız maçta da şansımız yüksek ama o maçı kazansak bile Kazan'ı altımıza almamız için yine onları da yenmemiz ya da Kazan'ın sürpriz bir mağlubiyet alması gerekiyor.


Son olarak bu takımın bize her zaman verdiği bu güven duygusu bu takımı diğer tüm takımlardan ayrı bir yere koyuyor. Maç yazısında "Maç sonunda evlerimize büyük bir gururla gideceğiz" gibi iddaalı bir söz kullanmıştım, işte bu takımın bu güveni bizlere vermeleri çok önemli. Şimdi ise gururdan ziyade, bu sene takımla beraber ilk defa sevinmeye ve beraber üçlü çekmeye sıra geldi. Bu yüzden Prokom maçını iple çekiyorum.

Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu !

17 Kasım 2011 Perşembe

Haklı Gururumuz | Rakip Barcelona

Sonunda beklediğimiz maç geldi çattı. Bu maçın belki sıralamayı etkileyecek bir önemi yok ama Barcelona maçı bu takımın nerelerden nerelere geldiğini ve ne kadar büyük bir iş yaptığımızı en iyi anlayacağımız, zaman zaman maç içinde duygusallaşabileceğimiz ve Avrupa'daki aktif oyuncular içinde en iyi oyunculardan bazılarını ağırlayacağımız bir karşılaşma olacak. O yüzden biz haklı gururumuzu yaşayacağız, burada da bu sene sanırım yaptığım en keyifli analiz olması muhtemel olan Barcelona takımının analizine geçiyorum.


PG: Marcelinho Huertas - Victor Sada
SG: Juan Carlos Navarro - Joe Ingles
SF: Chuck Eidson - Pete Mickael - Xavier Rabaseda
PF: Erazem Lorbek - CJ Wallace
C:  Boniface Ndong - Fran Vazquez - Kosta Perovic

Barcelona geçen sene yine iyi olan ama 1-2 oyuncusu sakatlandığında sıkıntı yaşadığı kadrosuna bu sene nokta transferler yaptı. NBA'e gönderdikleri Rubio yerine Huertas geldi, geçen sene Mickael'in sakatlığında büyük sorun yaşadıkları kısa forvet pozisyonuna o pozisyonun belki de en iyisi Chuck Eidson geldi, Terrence Morris yerine de şutör uzun CJ Wallace geldi. Genel olarak baktığımız zaman 8 oyuncuları çok üst düzeyde, Victor Sada da çok yetenekli olmasa da savunma sertliği ve agresifliğiyle bu takıma ayak uydurabilen bir isim. Kısacası 9 kişilik çok sağlam bir rotasyonları olduğunu söyleyebiliriz, 12 kişilik yıldızlar karması yerine bu şekilde 8+1+3'lük bir rotasyon onlar için daha doğru tercih olabilir.

Guard rotasyonunda Huertas Euroleague'de Prigoni ile birlikte en yaratıcı 2 oyuncudan biri, hatta bir gün takımımızda görmek istediklerimden... Yedeği Sada da yukarıda bahsettiğim gibi savunmada inanılmaz işler yapabiliyor, zayıf olan ceza şutlarını da bu sene geliştirmiş gözüküyor ama o oyundayken savunmamız ile sonuca gitmemiz olası. 2 numarada anlatmaya lüzum görmediğim Navarro var, onun yedeği Joe Ingles gibi gözükse de maç içinde Chuck Eidson 2 numaraya geçiyor ve birden inanılmaz fizikli bir takıma bürünebiliyorlar.
3 numarada ilk isimleri All-Around tabirinin babalarından Chuck Eidson... Chuck Eidson'ı 4 sene önce almaya çok yaklaşmışken alamayışımız aklıma geliyor birden, bu adam 2.02'lik boyuyla oyun kurar, bir şekilde sayı bulur, inanılmaz top çalar ki geçen senenin bu alanda Euroleague lideri, blok yapar, kısacası her şey yapar ve en önemlisi de lider bir oyuncudur, bulunduğu takımı 1 seviye yukarı çıkartır. Eidson'ın yedeği yine her takımın kadrosunda görmek isteyeceği, fizikli 3 numaraların en iyilerinden olan Pete Mickael. Geçen sene sakatlık sorunu yaşaması Barcelona'nın F4 yapamamasının ana nedeniydi.

Uzun rotasyonu, özellikle pivot rotasyonu Barcelona'nın en büyük silahlarından biri. 4 numarada Euroleague için 4 numarada çok güçlü kalan ve müthiş bir hücum silahı olan Erazem Lorbek bulunuyor. Yedeği CJ Wallace fazla süre alamasa da özellikle dış şutları ve mücadelesi ile yabana atılmayacak bir isim. Pivot pozisyonunda ise birbirinden etkili 3 isim; Ndong, Vazquez ve Perovic var. Ndong kol uzunluğu ile savunmada caydırıcı, hücumda ise özellikle ikili oyunlardan sonra Huertas'ın verdiği Alley-oop paslarını rahatça smaçlayabilen bir isim. Vazquez Euroleague'in tüm zamanlar blok lideri zaten, o da Ndong ile benzer özellikler taşıyor. Perovic ise bu ikilinin aksine savunmada 2.17'lik boyuna ve fiziğine rağmen zaman zaman yumuşak kalsa da hücumda alçak postta önemli bir tehdit oluşturuyor. Ndong-Vazquez-Perovic üçlüsünün pota altından kolayca bulduğu ve smaçla bitirdiği pozisyonları ne kadar azaltabilirsek o kadar şansımız olur, çünkü şutlarının girmemeye başladığı gibi bir durumda ilk yönelecekleri yer burası olacak. Aynı zamanda uzunları nasıl besleyeceğimiz de önemli, çünkü pota altında Andric, Zaza ve Furkan'ın topla buluştursak bile karşılarında blok canavarı oyuncular olacak, bu pota altı uzunlarına karşı bir şekilde kolay sayıya gitmenin yolunu bulmalıyız, bu da muhtemelen tempo yapmamız ve Shumpert'ın 4 numarada özellikle Lorbek'e karşı iyi bir maç çıkarmasıyla mümkün olabilir gibi gözüküyor.

Görüldüğü üzere işimiz hiç de kolay değil. Euroleague'in Cska Msokova ile birlikte en büyük 2 favorisinden biri ile oynayacağız. Barcelona ciddi oynadığında kazanma şansımız çok az ama taraftar gücü takımımızın yanında olursa, iyi bir atmosfer yaratırsak ve önemli oyuncularımız da gününde olursa bir sürprize de imza atabiliriz.

Kilit Eşleşmeler: Lakovic - Navarro, Shipp - Eidson, Songaila/Shumpert - Lorbek

Lakovic'in yıllarca formasını giydiği eski takımına karşı oynayacağı maçta karşısında Navarro var. Bu eşleşmenin basketbolseverleri şimdiden heyecanlandırdığına eminim zaten. Diğer tarafta 3 numarada çok yetenekli bir oyuncu olmasının yanında Shipp'e karşı fizik üstünlüğü bulunan bir Eidson var. Orayı ne kadar az hasarlı atlatacağımız önemli bir faktör olacak. Son olarak da maçı dengede götürmek istiyorsak Lorbek'e karşı Songaila ve Shumpert ikilisinin ikisinden de iyi katkı almak zorundayız.

Önemli Faktörler: Navarro'yu yavaşlatmak, Lorbek'in post oyunlarını savunabilmek, kolay sayıya gidebileceğimiz pozisyonlar bulmak...

Son olarak her ne kadar çok güçlü bir takımla oynayacak olsak da bugün Galatasaraylı basketbolseverlerin bayram günü. Maç sonunda yüzlerimizde gülümseme ve haklı gururumuzla salondan ayrılacağımızı bilmek, maç sırasında geçmişi gözümüzün önüne getirmek ilginç bir deneyim olacak.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Ligdeki İlk Fire | Anadolu Efes Mağlubiyeti

Bu sezon normal sezon liderliği için en büyük rakibimiz olan Anadolu Efes ile oynadığımız maçı 69-61 kaybettik.

Maça pek iyi başlayamadığımızı söyleyebilirim. İlk periyotta 6-2 öne geçtikten sonra 9-0'lık seri yiyerek 11-6 geriye düştük ve devreyi de 23-19 geride kapadık. Efes'in Barac'ı kullanmasına ikili sıkıştırma getirerek çözüm bulmaya çalıştık ama bu sıkıştırmaların sadece birinde tercih hatası yapan Barac'ın, son olarak yaptığı asist ve Vujacic'in bomboş turnikesi ile ikili sıkıştırmalardan vazgeçmek zorunda kaldık. 2. periyotta oyuna giren Zaza'nın hücumda katkı vermesi işleri kolaylaştırdı ama burada Cenk ve Savanovic'in el üzerinden soktukları üçlükler momentumu lehimize çevirmemize engel oldu. Bu periyotta Barac'ı durdurmakta biraz sıkıntı yaşadık. Açıkçası Barac'ı savunurken uzunlarımızı yanlış kullandığımızı ve ikili sıkıştırma dışında alternatif bir planımızın olmadığını düşünüyorum, buna zaten aşağıda değineceğim.

3. periyodun başında 10 sayıya çıkan farkı Furkan'ın savunmadaki gayreti ile kapamayı başardık ama Kerem Tunçeri'nin attığı her şutun girmesi planlarımızı bozan şey oldu. 14 sayıya çıkan farktan sonra hemen hemen herkes ümidini kesmişti ama Furkan'ın Ersan'a bloğu ve Shumpert'ın hücumdaki akıllı oyunu ile maçı yine dengeye getirdik. Burada oyuncularımızın telaş yapması, sorumluluktan kaçması, erken ve yanlış 3 sayı seçimleri ve kaçan serbest atışlar ile kötü olduğumuz bir günde bile kazanabileceğimiz maçı maalesef kaybettik.

Burada dikkatimi çeken 1-2 noktayı paylaşmak istiyorum.

  •  Maça Caner ile başladık. Bunun sebebini açıkçası merak ediyorum. Shipp yorgundu ve dinlendirmek mi istedik? Eğer sorun buysa, sene başından beri Shipp'i 35 dakika oynatmamızın yanlış olduğunu söyleyebilirim, belki de en fazla katkı vereceği maçta Shipp'i sadece 18 dakika kullanabildik.
  • Barac oyundayken bizde de hep ya Andric ya Furkan oyundaydı. Durdurmakta en zorlandığımız uzunu savunmakta niye en sert pota altı savunucumuzu, yani Zaza'yı hiç kullanmadık?
  • Ne kadar kötü gününde olursa olsun, son periyodun genelinde dinlenmiş bir Lakovic'i kritik son 2-3 dakikada niye kullanmadık?
  • Rakip uzunlarını birebirde savunamıyorken ve Efes Ersan üzerinden rahat şut imkanı buluyorken alan savunmasını niye hiç denemedik?
  • Rakip yorulduğunda Shumpert'ı oyuna almak belki bir taktik ama Shumpert oyuna girdiği 14. dakikadan itibaren 4 dakika hariç hep sahada kalmış. Her ne kadar maç sonunu iyi oynasa da normalde sokacağı üçlükleri sokamadı. Shumpert'ı kullanırken daha uygun bir rotasyon kullanamaz mıydık?
  • Efes'in maç boyunca göstermelik ve süre çalmak için yaptığı tam saha baskıyı ve ikili sıkıştırmaları niye cezalandıramadık? Bu baskı bizim hücum süremizi çaldı ve organize olmamızı engelledi, 10 asist sezonun bizim adımıza en düşük rakamı sanırım. Tam tersi olarak biz de Efes'i pek zorlayamadık, 3 top çalma da yine sezonun en düşük rakamıdır. Efes'in benchinde de bu tip sürprizlere karşılık veremeyecek Ufuk Sarıca varken bu maç için belki sürpriz bir savunma seti hazırlayabilirdik.
Bir taraftan bu soruların cevaplarını aramaya çalışıyorum. Bir taraftan da oyuncularımızın o muhteşem mücadelesi aklıma geliyor, o kadar da olur diyorum. Dile kolay; 3 gün sonra bu oyuncular, bu teknik ekip bize Barcelona'ya karşı oynama gururunu yaşatacak, onda da son topa kadar savaşacaklarından eminim.


Son sözüm de taraftara...

Galatasaray Basketbol Taraftarı bu ülkenin açık ara en iyisi, bunu tartışmak bile yersiz gelebilir belki ama ben bu maçtaki tribün profilimizi hiç beğenmedim. Biz geçen sene çıtayı çok yüksek bir yere koyduk, öyle ki şuan Avrupa'nın en iyi tribün yapan taraftarlarından biriyiz, belki de bu yüzden normal standartın çok çok üstünde olan bu tribün performansı bana yeterli gelmemeye başladı. Bu konuda söylemek istediğim şey de şu aslında. Efes maçında salondaki gişeden biletin bittiği haberi duyulduğunda sıradaki insanların ne kadar çok üzüldüğünü bizzat gördüm. Eğer takıma maksimum katkıyı ve desteği veremeyeceğinizi düşünüyorsanız bu tip maçları evinizden izleyin, başkalarının da hakkını yemeyin.

11 Kasım 2011 Cuma

Top 16 Biletimiz Slovenya'dan

Grupta bundan sonraki hedefimizi belirleyecek maçı kazandık. Prokom ve Olimpija'yı içeride de yeneceğimizi düşünürsek artık rahatlıkla Top 16'da olduğumuzu ve Unics Kazan ile üçüncülük savaşı vereceğimizi söyleyebiliriz. Tabii bunu söylerken takımımızın hiçbir zaman ciddiyeti bırakmayacağını ve kolay maçları bile yüksek konsantrasyonla oynayacağını baz alıyorum.

Maç hep kontrolümüzdeydi. Furkan'ın mükemmel performansı, Shumpert'ın katkısı, Jamon Gordon'un son periyot yaptığı enfes savunma, Songaila'nın kötü başladığı maçta 3. periyotta bizi oyunda tutan oyuncu olmasından ziyade söylemek istediğim başka bir nokta var. Bu maçı kazanmamızdaki en önemli etkenlerden biri rotasyonun iyi ayarlanmasıydı. Önceki maçlardaki gibi Lakovic'i 35, Shipp'i 35 dakika kullanmadık. Burada bana göre uygulamamız gereken formül şu şekilde: "Tutku+Ender 15'erden toplam 30 dk, Lakovic+Gordon 25'erden toplam 50'dk, Shipp 30 dk, Shumpert 10 dk kısa forvet 10 dk uzun forvet." Bu formüle bu maçta çok yaklaştık ve çoğu oyuncumuzdan iyi verim aldığımızı söyleyebilirim.

Bunların dışında Songaila'dan her zaman 3. periyotta yaptığı katkıyı beklesek yeterli sanırım. Yani Songaila tüm maçı aynı seviyede oynayamıyor belki ama 5-6 dakikalık süre zarfında hücumda bize maksimum katkıyı vermesi şimdilik yeterli gözüküyor. Olimpija maçında çok olumlu işler yapan Cevher'in de bu maçta 20 dk'ya yakın süre alması çok doğru bir gelişmeydi. Sanırım artık bu takımın rotasyonunu nasıl yapacağımızı iyi anladık ve bu maçtan itibaren bir çıkış bekleyebiliriz takımımızdan.

Şimdi önümüzde çok önemli 2 maç daha var, Anadolu Efes ve Regal Barcelona maçları... Anadolu Efes maçı Barcelona maçından daha önemli konumda ki bu maçı kazanan takım lig liderliği için önemli bir adım atacak. Barcelona maçında ise bir bakıma taraftarımız ile gövde gösterisi yapıp maçı son topa kadar taşımaya çalışacağız. Bu 2 maçtan sonra nispeten kolay bir fisktürümüz var. O yüzden Efes ve Barcelona maçlarını olabildiğince yüksek konsantrasyonla ve maksimum efor ile oynayıp daha sonra aktif dinlenmeye geçebiliriz.

Bu 2 maçtaki en önemli kozumuzun taraftar gücü olduğunu da söylemeye gerek yok, bu yüzden bizlere de çok iş düşüyor.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Hedef Maçımız | Union Olimpija Deplasmanı

Bu hafta hem ligde hem Euroleague'de birbirinden önemli 2 maça çıkacağız. Bunlardan ilki Slovenya deplasmanı... Union Olimpija maçı Euroleague'deki grubumuzda hedef maç gözüyle bakabileceğimiz maçlardan biri, belki de en önemlisi. Prokom'u deplasmanda yendiğimizi ve Gee'nin takımdan ayrıldığını düşünürsek grupta galibiyet almaları zor gözüküyor. Bu durumda Olimpija deplasmanından galibiyetle dönmek bir bakıma Top 16'yı garantilemek ve Unics Kazan ile üçüncülük mücadelesi vermek demek oluyor. Kaybettiğimiz takdirde ise üçüncülük umutlarımız çok azalıyor ve U. Olimpija ile dördüncülük mücadelesi vermeye başlıyoruz.



PG: Aleksandar Capin - Ben Woodside
SG: Sasu Salin - Jaka Blazic
SF: Danny Green - Dino Muric - Davis Bertans
PF: Deon Thompson - Damir Markota (?) - Morina Gezim
C:  Ratko Varda - Robert Rothbart

Union Olimpija, Slovenya Basketbolu'nun yıllardır en önemli temsilcisi ve basketbol dünyasına geçmişten günümüze birçok oyuncu yetiştirmiş adeta bir basketbolcu fabrikası. Sadece Sloven oyuncular da değil, birçok yabancı uyruklu basketbolcuyu da genç yaşında bünyesine katıp yetiştirmiş bir kulüp Union Olimpija. Zaten kadrolarına baktığımızda bu durumu hemen görüyoruz, 21 yaş ve altında tam 5 oyuncuya sahipler.

Guard rotasyonlarına baktığımızda Capin ve Woodside ikilisini görüyoruz. Capin daha tecrübeli ve takımı yönlendiren oyuncu konumunda bulunuyor, Woodside ise daha enerjik, daha potansiyelli ve takımının kolay sayı bulmasını sağlayan bir oyuncu olarak öne çıkıyor. Ancak Woodside'ın ilk Euroleague sezonu olması, Capin'in ise önemli defolarının olması bu pozisyonda bizi bir adım öne çıkarıyor.

2 numara pozisyonunda Union Olimpija genç isimlere güvenmiş durumda. Finlandiyalı keskin şutör ve görev adamı genç Salin ile Slovenya basketbolunun umut bağladığı ancak bu seviyelerde oynayabilmesi için önünde uzun yıllar bulunan Blazic bu pozisyonda görev alan isimler. Koç Filipovski bu 2 isim yetersiz kaldığında ise NBA lokavt transferi Danny Green'i de bu pozisyonda kullanabiliyor.

Danny Green kısa forvet pozisyonunda Olimpija'nın ilk tercihi ve bu takımın en etkili oyuncusu. NBA'de görev adamı seviyesinde bir oyuncunun Euroleague'de nasıl başarılı olabileceğinin de bir örneği gibi aslında. Atletizmi, savunmadaki baskısı, Avrupa Basketbolu için iyi bir atıcı olması onu burada ön plana çıkardı, keşke bu tarz oyuncular NBA'de 5-10 dakika süre alacağını Euroleague'in kalitesini arttırsa ama lokavt bittikten sonra muhtemelen NBA'e dönecektir. Onun yedekliğini bu yaz Eurobasket'ten hatırladığımız 2 genç oyuncu; Slovenya Milli Takımı'ndan Dino Muric ve Letonya Milli Takımı'ndan Davis Bertans yapıyor. Filipovski'nin rotasyonu çok ilginç ve bir maçı bir maçını tutmuyor. Örneğin Muric ilk 2 maçta toplam 12 dakika oynamasına rağmen son maçta 32 dakika oynadı. Bu yüzden hangi oyuncuyu ne kadar kullanacağını kestirmek zor ama 2 oyuncu da oldukça yetenekli; Muric daha çok savunma gücüyle, Bertans ise daha çok hücum gücüyle öne çıkıyor. Yine de iş Euroleague seviyesinde oynamaya ve tecrübeye gelince, Danny Green'in kenarda olduğu dakikalarda bu pozisyonda da bir zaafiyet yaşadıklarını söylememiz mümkün. Shipp - Green eşleşmesi kritik, burada Shipp Green'i yavaşlatmayı başarır ve onu kontrol dışına çıkarabilirse büyük bir avantaj yakalayacağız. Aynı zamanda Muric-Bertans ikilisinden biri oyundayken savunmada çok sıkıntı yaşamayacağımız için Shumpert'ı 3 numarada kullanmak da elimizdeki seçeneklerden biri...

Uzun rotasyonunda Olimpija sene başında Jagodnik'i sakatlık yüzünden kaybetmişti. Burada en güvendikleri isimlerden biri olan Damir Markota'nın da bu maçta oynaması şüpheli ve muhtemelen oynamayacak. Markota'nın oynamaması durumunda ise hem 4 hem 5 numarada oynayabilen Deon Thompson'ın daha çok 4 numarada oynamasını bekleyebiliriz. Deon Thompson pota altında güçlü fiziği ve atletik yapısıyla önemli bir tehdit olabilir ancak Olimpija'nın sistemine henüz pek adapte olamamış gibi gözüküyor. Songaila ile eşleşmesini merak ediyorum. Songaila'nın rahatlıkla üstünlük kurabileceği bir isim, artık Songaila'nın da bu takıma bir şeyler vermesinin zamanı geldi. Markota'nın oynamadığı takdirde koç Filipovski 2.05'lik Bertans'ı zaman zaman 4 numaraya alıp 4 kısalı bir sisteme dönebilir.

Pivot pozisyonunda ise Beşiktaş'tan iyi hatırladığımız ve 37 yaşındaki tecrübeli pivot Ratko Varda'yı görüyoruz. Varda tam olarak takıma abilik yapma görevini yerine getiriyor ve bu açıdan çok önemli bir parça. Ayrıca Türkiye'deyken hatırladığımız üzere, her ne kadar gençliğindeki kadar etkili olamasa da pota altında hala büyük bir skor tehditi, zaman zaman üçlükleriyle de can yakabiliyor. Aynı zamanda 2.17'lik boyuyla savunmada rakibi dışarı itmede önemli bir etken, yine de ikili oyuna dayanan sistemimiz için karşımızda görmekten çekinmeyeceğimiz ve hücumda üzerinden rahat sayı bulabileceğimiz bir oyuncu tipi. Varda'nın yedeği Rothbart da 2.17'lik boya sahip, özellikle ribaundlarda etkili ve önemli blok tehditi olan bir oyuncu. Hücumda kendisine hazırlanan pozisyonlar dışında silahı yok ama ona hücum ribaundu vermememiz yapmamız gereken şeylerden biri. Zaten bunları önleyebilirsek, bu 2 ağır uzuna karşı bu sene Euroleague'de rakiplerimizin durdurmayı başardığı Pick'n Roll oyunlarımızı tekrar oynayabiliriz.

Görüldüğü üzere kadro bakımından geçen seneki önemli oyuncuları Ilievski, Ozbolt ve Gregory'yi kaybetmiş ve kağıt üzerinde bizden daha zayıf bir takım olan Olimpija ile oynayacağız. Son olarak salon atmosferinden ve dış etkenlerden bahsetmemiz gerekiyor.


Union Olimpija'nın bize karşı kuşkusuz en büyük avantajı yapımı 2009'da başlanan ve geçen sene kullanıma açılan 12500 kişi kapasiteli salonları Arena Stozice. Aynı zamanda müzik konserleri için de kullanılan ve Leonard Cohen, David Guetta, Sting gibi isimlerin konser verdiği, bizim maçtan 1 gün sonra 11 Kasım'da da Elton John'un konser vereceği Arena Stozice gerçekten mükemmel bir yapı. Bunları neden anlattığıma gelince; Abdi İpekçi'de şimdiye kadar organizasyon ve salon yönetimi anlamında çok fazla sıkıntı yaşayan takımımız ve taraftarımız da böyle bir salonu hak ediyor. Umuyorum yakın zamanda bu konuda girişimlere başlanır ve Aslantepe'ye bu harika basketbol salonu gibi tamamiyle Galatasaray SK'ne ait olan bir salon yapılır.

Slovenlerin basketbol sevgisini herkes biliyor ve böyle bir ülkenin en büyük basketbol takımı olarak Olimpija da doğal olarak bundan nasipleniyor. Geçen sene de rakiplerine oranla çok mütevazi bir takım olan Union Olimpija'nın grup aşamalarında inanılmaz bir performans sergileyip grubunu 2. bitirerek Top 16'ya kalmasında en önemli etken iç sahadaki performansıydı. "Pana, Efes, Cska, Milano, Valencia" ile mücadele ettiği grupta Union Olimpija kendi sahasında bu takımların hepsini yendi ve bu istatistik bile ne kadar zor bir deplasmanda oynayacağımızı anlatmaya yetiyor. Basketbolu iyi bilen ve hakemler-oyuncular üzerinde iyi baskı kuran bir taraftarlarının olduğunu söylemeye gerek yok zaten, her ne kadar bu sene kağıt üstünde çok zayıflamış olsalar da kötü gününde olan bir Galatasaray'ı affetmeyecek bir performans da sergileyebilirler. Konsantrasyonumuzu 40 dakika boyunca mutlaka en üst seviyede tutmalı ve ipleri hiçbir zaman bırakmamalıyız.

Kilit Eşleşmeler: Josh Shipp - Danny Green, Darius Songaila - Deon Thompson...

Önemli Faktörler: Danny Green'i yavaşlatmak, taraftar gücünü arkalarına alacak şekilde seri yapmalarına izin vermemek, oyunu hep kontrolümüzde tutmak, ribaundlarda ezilmemek...

Maçla ilgili diğer önemli bir ayrıntı da Lakovic'in doğduğu topraklara dönecek olması ve Slovenyalı basketbolseverler Slovenya Basketbolu için çok önemli bir yere sahip olan Lakovic'i tekrar burada görmek için sabırsızlanıyormuş. Lakovic için de şüphesiz duygu yoğunluğu yüksek ve önemli bir maç olacak.

Özetlemek gerekirse kağıt üstünde rakibimizden çok üstünüz ama zor bir deplasman olması açısından mutlaka dikkat etmeliyiz. Oktay Mahmuti'nin geçen hafta Siena mağlubiyetinden sonra söylediği gibi "Önemli olan böyle mağlubiyetlerden sonra ayakta kalmak ve birlik olabilmek." Bu maçın bir mesaj maçı olmasının yanında, kazanırsak matematiksel olarak olmasa da kafada Top 16'yı garantileyeceğimiz bir maç ve ben bu maçta bu senenin en iyi basketbolunu oynayıp bu zor deplasmandan galibiyetle döneceğimize inanıyorum.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Ders Çıkarılacak Deplasman | Siena Mağlubiyeti

Erkek Basketbol Takımımız sezon öncesi çok sıkı bir hazırlık maratonu geçirdikten, Euroleague'e kalma vizesi aldıktan ve son olarak da Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı müzemize kazandırdıktan sonra doğal olarak bir düşüşe girdi. Prokom maçından başlayan bu performans düşüklüğünde Prokom deplasmanı ve ligi kayıpsız geçmemize rağmen kilit maçlardan biri olan Unics Kazan maçını kaybettik, son olarak da Siena maçından mağlubiyetle ayrıldık.

Kazandığımız Prokom maçının ardından yaptığım sert eleştirileri bu maçtan sonra yapmıyorum, çünkü bazı taraftarlarımız Euroleague'in dev takımlarının bile bu deplasmandan 20-30 sayı fark yiyip döndüğünü ya bilmiyor, ya da hatırlamak istemiyorum. Galatasaray Erkek Basketbol Takımı beklentileri çok fazla yükseltmişti, bu yüzden bu mağlubiyeti kabullenemeyenler bile oldu ama işte belki de bizi kendimize getirecek, hedeflerimizi gerçekçi yapacak şey bu mağlubiyet olacak. Bunu söylerken bu maçtan önce Top 16 yaparız derken şimdi gruptan çıkamayız demiyorum tabii, en kötü ihtimalle 4. olarak elimizi kolumuzu sallaya sallaya bu gruptan çıkarız ama benim gözüm hala üçüncülükte ki bunu yapabilecek gücümüz de gayet var. Maça gelirsek çok kötü başladık. Yapılan acemice top kayıpları sonucu Siena bir anda öne fırladı ve 12-3'lük skoru yakaladı, ardından da Oktay Mahmuti'nin molası geldi. Moladan sonra biraz toparlansak da Siena skoru korumayı başardı ve ilk periyodu 30-16 önde kapattı. 2. periyotta pota altında özellikle Luksa Andric'i çok iyi kullandık. Bu periyotta Luksa'nın 9 sayısına Songaila da 4 sayı ile katkı verdi. Maçın kırılma anı da bu periyotta yaşandı. Stonerook'a verilen teknik faulden sonra serbest atışlarla farkı 7'ye (40-33) indirdik. Teknik faulden sonra kullandığımız topta Lakovic'in 3 sayılık atışı isabetli olsa farkı 4'e indirip devreye skoru dengede taşıyacaktık. Zaten 2. periyotta bu ana kadarki skor 17-10 lehimizdeydi, üçlük de girse 20-10'luk bir serimiz olacaktı. Ama işte o üçlük girmedi, daha sonra teknik faulden sonra taraftarın da gaza gelmesiyle bu sefer Siena'dan 7-0'lık bir seri geldi ve devreye 50-37 geride girdik.

3. periyotta David Moss ve Tomas Ress'den gelen beklenmedik 4 üçlük ile maç koptu. Son periyotta ise hücum anlamında istediklerimizi sahaya yansıtmamıza rağmen Kaukenas'ın mükemmel şut performansı ve açık alan bulmaya başlayan Bo McCalebb'in etkili oyunlarıyla sahadan 103-77 mağlup ayrıldık.

İnternet platformlarında gördüğüm kadarıyla bazı skor taraftarı diyebileceğim kişiler çok keskin ve acımasız yorumlar yapmışlar. Hatta "Şu ve şu isimler gitsin, hemen bu oyuncuyu alalım" diye yorumlar bile gördüm, inanamadım. Bazı taraftarlarımız da sanırım ilk senemizde F4 yapmamızı bekliyor, bunu yapamazsak başarısız olacağımızı söylüyorlar. Burada Oktay Hoca'nın sene başında "Biz bu sene başarısız olacağız, çünkü Euroleague'i alamayacağız" sözünde ne kadar haklı olduğunu görme imkanı bulduk gerçekten, bu sayı yarı yarıya olsa da ben taraftarımızdan bu kadar sert eleştiriler beklemiyordum. Siena maç yazısını yazarken Siena'nın en zor deplasmanlardan biri olduğunu yazmıştım. Bunu yazarken de bu zor deplasmanın sebebinin taraftarlarının çok ateşli olması olmadığını, kendi evlerinde oyunlarını 1-2 seviye yukarı çıkarmaları olduğunu da belirtmiştim. Buna karşı yazılan şey ise bizim takımımızda gayet tecrübeli oyuncuların olduğu ve hangi deplasman olursa olsun böyle bir fark yemememiz gerektiği oldu. Maalesef oyuncu tecrübesi ile takım tecrübesi olayını kavrayamamışız. İsterseniz takımınızda Euroleague'in en tecrübeli oyuncuları olsun, takım olarak bir bütün halinde bu maçları oynamayı öğrenmek çok başka bir olay ve bunun ilacı da böyle deplasmanları oynamak ve hatta böyle farklar yemek... Geçen sene taş gibi bir takım olan Fenerbahçe Ülker en formda zamanında burada 29 sayı fark yedi, 1 önceki sene ise tam 45 sayı fark yemişlerdi. Bu örneklerin sayısını çoğaltabilirim, Siena istediğinde ve formda olduğunda, bu salonda ayırt etmeden herkesi +20 yapıp gönderebilecek bir takım, üstelik bu maçtan önce ligde mağlup oldukları için bu maça çok iyi konsantre olmuşlar ve bizim maçı bir bakıma hedef maç olarak seçmişler. Pianigiani'nin söylediği "Sezonun en iyi oyununu oynadık" sözünü de dikkate almamız gerekiyor.

Tüm bunları kenara bırakıyorum; Siena gibi çok zor bir deplasmanda Siena 10/18 isabet ile %55 üçlük atınca böyle bir fark kaçınılmaz oluyor. Kaukenas'ın yılda 1 ya da 2 kere ortaya koyacağı performans bize denk gelmese ve hemen hemen her oyuncuları normalin dışında çok yüksek bir yüzdeyle oynamasa şu maçı dengede götürebilirdik. Zaten inanılmaz kötü başladığımız maçta 20'lere dayanan farkı 7'ye indirmemiz, 2. devrede 30'lara çıkan farkı 15'lere indirebilmemiz de bazı şeyleri anlatıyor. 26 sayılık farkı görüp oyun disiplininden koptuk diyenler vardı ama buna kesinlikle katılmıyorum. Biz 40 dakika boyunca her zamanki oyunumuzu oynamaya çalıştık, hücumda da savunmada da saçma tercihler ve hatalar yapmadık, ne isek o idik. İlk periyotta yaptığımız 9 top kaybımıza rağmen maçı sadece 16 top kaybı ile bitirmemiz de oyun disiplininden kopmadığımızı gösteriyor. Açıkçası ilk ciddi deplasmanımızın Siena deplasmanı olması da biraz bizim şanssızlığımızdı, Siena ve Barcelona'ya gitmeden önce Kazan veya Olimpija deplasmanlarını görebilmek bize bu maçlarda daha fazla direnç ve maç oynama tecrübesi getirirdi.


Kısacası bu maç üzerinden takıma sallayacağımıza ders çıkarmamız gerekiyor. Normal maç temposunda oynanan maçta Siena gibi bir deplasmanda attığımız 77 sayı mükemmel mesela ama onların inanılmaz şut performansı sonucu olsa da yediğimiz 103 sayıya pek bir şey diyemiyoruz. Yine de takımımız istediğimiz gibi bir görüntü çizdi, oyun disiplininden hiçbir zaman kopmadı, farka rağmen sistemini sahaya yansıtmaya çalıştı. Önümüzdeki Olimpija deplasmanı çok kritik; kazanırsak Top 16 garanti ve 3.lük mücadelesi yapacağız, kaybedersek 4.lük mücadelesi yapacağız. Ama şunu tekrar söylemem gerekir ki Siena deplasmanı bu grubun en zor deplasmanıydı, ben Barcelona deplasmanında sadece oyun değil, skor olarak da daha iyi bir sonuç alacağımıza inanıyorum. Onun dışında bu Siena'ya karşı bu sefer bizim şut yüzdemiz yüksek olursa Abdi İpekçi'de bir zafer hiç de zor değil.

1 Kasım 2011 Salı

Grubun En Zor Deplasmanı | Rakibimiz Montepaschi Siena

Açık konuşmak gerekirse takımımız şuan biraz formsuz ve karşımızda da Euroleague'in en sistemli takımlarından biri olan Montepaschi Siena var. Bu deplasmanın zorluğundan yazının sonunda zaten bahsedeceğim ama Siena'ya karşı bu çok zor maçta yapacaklarımız bile bize potansiyelimiz hakkında fikir verecek. Siena şuan bizim 5-10 sene sonra ulaşmak ve görmek istediğimiz takım & yapılanmaya sahip. Hiçbir zaman müthiş bir kadroya sahip olmamalarına rağmen iyi bir koç, iyi bir sistem, mükemmel bir takım kimyası ile geçen sene Final Four oynamayı başardılar. İşte bu takıma karşı, bana göre grubumuzda oynayacağımız en zor deplasman öncesi Siena'yı daha yakından tanımaya çalışalım.


PG: Bo McCalebb - Nikos Zizis
SG: Rimantas Kaukenas - Igor Rakocevic - Pietro Aradori
SF: David Moss - Marco Carreretto - Andrea Michelori
PF: Shaun Stonerook - Ksistof Lavrinovic
C:  David Andersen - Tomas Ress

Görüldüğü üzere Siena'nın iyi ama muhteşem olmayan bir kadrosu var. Bu kadroda ilk bakışta dikkat çeken isimler Bo McCalebb ve David Andersen. Onların yanında uzun yıllardır Milli Takım ve Euroleague'de oynayan 2 Litvanyalı Kaukenas ve Ksistof, Yunan combo guard Zizis ve yeni transferleri Rakocevic'i de sayabiliriz. Ama işte onları bu noktaya getiren şey kağıt üzerindeki isimler değil sahada ortaya koydukları oyun oldu. Sırf bu yüzden bile büyük saygı duymamız gereken bir ekip, Siena'yı en son küçümseyen takımın, Olympiakos, sonu çok kötü oldu.

Pozisyon pozisyon incelersek; Point Guard pozisyonunu Bo McCalebb ile Nikos Zizis paylaşıyor. Bo McCalebb'i zaten fazla anlatmaya gerek yok, Euroleague'i yakından takip etmese bile bu yaz Eurobasket'i izleyenler onun ne kadar tehlikeli bir oyuncu olduğunu görmüşlerdir. McCalebb bire birde herkesi geçebilecek kadar hızlı, potaya çok iyi gidebilen ve kolay faul aldırabilen bir oyuncu. Zaman zaman istikrarsız olan şutunu da soktuğu günlerde ise Euroleague seviyesinde bile durdurulamaz bir oyuncu olabiliyor. Bu yaz Makedonya forması ile Eurobasket'te de çok sert savunmalara karşı kalitesini konuşturdu, bunun yanında büyük tecrübe de kazandı. Bizim de bu tarz guardlara karşı şuana kadar sıkıntı çektiğimizi düşünürsek işimiz hiç kolay olmayacak. Jamon Lucas Gordon'dan efsane bir savunma performansı bekliyoruz ama uzunlarımızın da Bo McCalebb'in savunmasına yardım etmesi şart. Nikos Zizis ise McCalebb'e nazaran oyunu aklıyla oynayan daha oturaklı bir oyuncu. Daha çok takımı oynatmaya çalışan ve bunun yanında gerekirse şutlarıyla gayet rahat skor bulabilecek bir oyuncu olan Zizis, kısacası Bo McCalebb'i gayet iyi tamamlıyor. Oyunun savunma tarafında da Bo McCalebb atletizmi ve rakip guardları rahatsız eden bir savunmasıyla burada Siena'ya büyük avantaj sağlıyor. Koçları Pianigiani zaten Oktay Mahmuti'nin İtalyan versiyonu gibi, bu açıdan da yarın birbirine çok benzeyen 2 takımın maçına tanık olacağız.

Kaukenas ve en son eklemeleri Rakocevic ile birlikte Siena 2 numara pozisyonunda da ciddi bir skor tehditine sahip oldu. İki oyuncu da kendi pozisyonlarını yaratabilen ve skor gücüyle öne çıkan oyuncular. Ama fiziksel olarak ikisi de pozisyonlarına göre çok güçlü olmadığı için bizim kullandığımız çift guard sisteminde bu maç için  fiziksel dezavantaj yaşamayacağımızı söyleyebiliriz. Burada Lakovic'in Kaukenas veya Rakocevic ile girmeleri muhtemel düellosu maça ayrı bir güzellik katabilir.

Kısa forvet pozisyonu Siena'nın kağıt üzerinde en sönük kaldığı pozisyon ki bu yine bizim avantajımız. Bizim de zaman zaman bu pozisyonda sıkıntı çektiğimizi ve ribaundlarda kısalardan yardım gelmeyince problem yaşadığımızı düşünürsek Shipp bu maç ribaundlara da iyi katkı verebilir. Siena'nın bu pozisyondaki ilk tercihi David Moss. Onun yedekliğini yapan DaJuan Summers'ı bu hafta içinde gönderdikleri için Moss'un yedekliğini tecrübeli Carraretto yapacak. Burada bu sene Milano'ya kaptırdıkları Malik Hairston'ı arayabilirler.

Uzun rotasyonunda geçen seneye göre 1 ama çok önemli bir değişiklik yaptılar. Milovan Rakovic'in yerine Avrupa Basketbolu ve Euroleague piyasasında her zaman çok değerli bir uzun olan, 3 kez Euroleague Şampiyonluğu, 1 kez de Euroleague'in en iyi 5'ine seçilme başarıları bulunan David Andersen'ı kadrolarına kattılar. 2.12 boyundaki David Andersen hücum yönünde inanılmaz bir uzun. Sahanın her yerinden şut atabildiği müthiş bileği, topla penetre edebilmesi ve pasör özelliği onu diğer uzunlardan farklı kılıyor. Caner Eler'in söylediği gibi belki Avrupa'dan hiç ayrılmamalıydı ama 30 yaşındaki oyuncunun en azından artık kariyerinin sonuna kadar Euroleague'de forma giyeceğini ve kendisini izleyebileceğimizi belirtelim. David Andersen'ı durdurmak için ne düşündük bilmiyorum ama Stonerook ile beraber oynuyorlarken onu Andric & Furkan yerine Songaila & Cevher ile savunmak mantıklı bir iş olabilir. Zira David Andersen potadan uzak oynamayı seven ve böylelikle uzunlarımızı potadan uzaklaştırabilecek bir oyuncu. Bu durumda da zaten çoğu zaman undersized kaldığımız 4 numara pozisyonundan ofansif ribaund verebiliriz. Tabi Ksistof ile beraber oyunda olduklarında yapabileceğimiz bir şey yok, iki oyuncunun da tehlikeli dış şutu olduğu için hem boş atışa izin vermeyip hem de ribaundları takım halinde almamız gerekiyor.

Shaun Stonerook ise K. Lavrinovic ve D. Andersen'ın arkasından gelen 3. oyuncuları. 2.01'lik boyuna rağmen müthiş bir savaşçı, ribaund sezgisi üst düzeyde, dışarıdan şutu var ve en önemlisi bu takımın savunmasında çok önemli bir role sahip. 5 senedir Siena'da oynayan Stonerook ayrıca takım kaptanlığını yapıyor. Shumpert - Stonerook eşleşmesi çok ilginç olabilir, burada onlara üstünlük sağlayabilirsek oyunu dengede tutmayı başarabiliriz. Ama 2.09 ve 2.12'lik Lavrinovic & Andersen ikilisi oyundayken Shumpert'ı 4 numarada kullanmaya kalkışırsak Motiejunas'dan yediğimiz sayıların benzerini yine potamızda görebiliriz ki Pianigiani bu tarz miss matchupları değerlendirmeyi seven bir koç. Tecrübeli İtalyan pivot Tomas Ress ise bu 3 oyuncunun arkasından kullandıkları ve üç sayı tehdidiyle can sıkabilecek bir isim.

Tüm bu saha içi faktörlerin yanında biraz da saha dışı faktörlerden, örneğin Siena deplasmanının zorluğundan bahsetmek gerekiyor. Siena maçlarını 7000 kişilik Palasport Mens Sana'da oynuyor. Salon mimarisi açısından biraz garip bir salon. Çok ateşli diyemesek de basketbolu iyi bilen bir seyircileri var ve nedendir bilinmez Siena bu salonda kendi oynadığı basketbolun da 1-2 seviye üstüne çıkabiliyor. Bu açıdan gerçekten büyülü bir yer ve Avrupa'daki her takımın bu salona gelirken, akıllarının bir köşesinde kaybetme ihtimallerinin yüksek olduğunu kabul ettiği bir salon diyebiliriz. Hatırlayalım, geçen sene ilk maçta Siena'ya tarihi fark atan Olympiakos Final Four'a güle oynaya kalacağını düşünürken bu salondan hayal kırıklığı ile ayrılmıştı. Yine ne Anadolu Efes ne Fenerbahçe Ülker en iyi zamanlarında bile burada kazanmayı başaramadı. Geçen sene M. Siena - Fb Ülker maçını salondan takip eden Sine Büyüka Türkiye'ye döndüğünde "Salon çok soğuk ve bu Fb Ülkerli oyuncuları inanılmaz kötü etkiledi. Bu duruma alışık olan Sienalı oyuncular için ise salonun soğukluğu büyük avantaj yarattı." demişti. O maçı Siena 94-65 kazanmıştı, yine Anadolu Efes geçen sene Top 16'da bu salonda oynadığı maçı 88-76 kaybetmişti. Siena'nın evinde oynadığı maçların karakteristik özelliği ilk periyotta kolay kolay kapatılamayacak farklar yakalaması ve deyim yerindeyse maçı ilk periyottan bitirmesi. Bu yüzden maça iyi ve sakin başlamamız da hayati önem taşıyor.

Kilit Eşleşmeler: Jamon Lucas Gordon - Bo McCalebb, Jaka Lakovic - Rimantas Kaukenas, Preston Shumpert - Shaun Stonerook...

Önemli Faktörler: Bo McCalebb'i yavaşlatmak, D. Andersen ve K. Lavrinovic'e kolay şut imkanı vermemek, takım halinde ribaundlara konsantre olmak, topun değerini iyi bilmek...

Özetlememiz gerekirse salon atmosferi ve deplasman zorluğu açısından grubumuzda kazanma ihtimalimizin en az olduğu maça çıkıyoruz diyebilirim. Ama Oktay Mahmuti'nin bize aşıladığı felsefeyle birlikte, bu takımın skor ne olursa olsun son topa kadar mücadele edeceğini de biliyoruz. Bu sene Siena henüz forma girememiş gibi gözüküyor, şu dönemde buradan alınacak bir sürpriz galibiyet ile gruptan çıkmayı garantileyeceğimizi de unutmayalım. Saha dışı faktörlerden çok etkilenmezsek, faul problemi yaşamazsak ve şans biraz bizim yanımızda olursa bu hafta Euroelague'de haftanın sürprizine imza atmamız imkansız değil.

Son topa kadar...