15 Aralık 2011 Perşembe

Los Angeles Clippers'ta Hedef Değişimi

Basketbolu bu kadar çok sevdiğimiz ortadayken bu işin en iyi oyuncularının oynadığı NBA'de herkes gibi benim de tuttuğum bir takım var. Türkiye'de bildiğim kadarıyla sayımız 1 elin parmaklarını geçmeyecek kadar olsa da ben de LA Clippers'ı tutanlardan biriyim.



Yıllardır Los Angeles'ın diğer takımı Lakers'ın gölgesinde kalan, bu şehrin sosyetik değil de daha mütevazi kesimine seslenen bir takım oldu Clippers. Takımın Playoff yaptığı 1 sene haricinde hep hayal kırıklıklarıyla dolu sezonlar yaşandı, yanlış takaslar yapıldı. 2009'da ise Blake Griffin'in draft edilmesiyle yepyeni bir sayfa açıldı ve "Rebuilding" süreci başlamış oldu. Griffin'in sakatlığı yüzünden 2009 sezonunu tamamen kapatmasının ardından asıl köklü değişiklikler 2010 yılında yapıldı. Dunleavy menajerlik görevinden ayrıldı, yerine Neil Olshey geldi.

Baron Davis, Eric Gordon, Blake Griffin, Chris Kaman'ın yanında potansiyelli genç oyuncularımız Eric Bledsoe, Al Faruq Aminu ve DeAndre Jordan ile umut veren bir takım görünümündeydik. Baron Davis - Blake Griffin ikilisinin Alley-oopları ile inanılmaz smaçlar izliyorduk ama 2 şutu olmayan uzunun yanında Baron Davis gibi en büyük eksikliği şut istikrarı olan bir oyun kurucu maalesef olmuyordu. Kendisi NBA'deki en sevdiğim oyuncu olmasına rağmen Baron Davis'in yüklü kontratından da kurtulmak gerekiyordu ve bu yüzden 2011 draftlarının 1 numaralı pickini, yani Kyrie Irving'i, verme pahasına da olsa Mo Williams takasını gerçekleştirdik. Sakatlıkları yüzünden Eric Gordon ve Chris Kaman 10'ar maçlık sürelerde takımla birlikte olamadı. İlk 20 maçta 3 galibiyet alan takım sezonun 2. yarısında iyi performans göstermesine ve evinde her takımı yenmesine rağmen sakatlıkların etkisiyle Playoff potasına girmeye başaramadı.

Son olarak lokavt bitti ve günümüze geldik. Elimizde Blake Griffin gibi NBA'in en gözde oyuncusu varsa onu mutlu etmek zorundaydık. Kısa forvet poziyonundaki zaafiyetimizi gidermek için önce 3 yıl 24 milyon dolara Caron Butler ile anlaştık. Eric Gordon çok sevdiğim bir oyuncu ve ligin en iyi 5 SG'sinden biri belki ama Griffin'i mutlu edebilmek için ve gelecek seneki hamlelerimizde ikna edilebilirliğimizin yüksek olması için çok şey feda etsek de Chris Paul'ü de kadromuza kattık. Bunun yanında sezonun en underrated hamlelerinden biri de Chauncey Billups'ı kadromuza katmak oldu. Chauncey Billups zaten çok iyi bir hamle ama Griffin'in tüm rakip savunmayı içeriye gömdüğü bir takımda şutlarıyla 2. baharını yaşayabilir. Son olarak da Blake Griffin ile inanılmaz iyi bir ikili oluşturan DeAndre Jordan'a önerilen 4 yıl 43 milyon dolarlık kontratı da karşıladık ve kadromuzu hemen hemen tamamlamış olduk.


Şuan kağıt üzerinde şöyle bir kadromuz var ama muhtemelen bu kadroya bir uzun takviyesi daha gelecek. Ama şimdiden şunu söyleyebilirim ki bu seneki hamlelerimizle Batı Konferansı'nda Mavericks ve Thunder haricindeki bütün takımların önüne geçmiş olduk.

PG: Chris Paul - Chauncey Billups - Mo Williams - Eric Bledsoe - Willie Warren
SG: Randy Foye - Travis Leslie (R) - (Chauncey Billups)
SF: Caron Butler - Ryan Gomes
PF: Blake Griffin - Trey Thompkins (R) - Craig Smith (?) - Brian Cook (?)
C:  DeAndre Jordan - Ike Diogu (?)

* Yanında soru işareti olanlar Free Agent statüsündeler ve bu isimlerle tekrar anlaşıp anlaşmayacağımız henüz belli değil.

Görüldüğü üzere guard rotasyonumuz fazlaca şişkin. Orada Chris Paul'ün yanı sıra zaman zaman 2 numarada da değerlendireceğimizi düşündüğüm "Mr. Big Shot" Chauncey Billups ve 2 yetenekli genç varken muhtemelen Mo Williams'ın üzerinde Amnesty hakkımızı kullanarak onu serbest bırakacağız. Diğer bir yol da Mo Williams'ı bir takasta kullanarak kadromuza bir uzun dahil etmek. Kısalarda kolay kolay sorun yaşamayacak bu takımın yapması gereken tek şey Blake-DeAndre ikilisinin arkasına gözümüzün arkada kalmayacağı bir uzun koymayı başarabilmek. Burada menajerlik yeteneklerine güvendiğim Neil Olshey'in bir hamle daha yapacağını düşünüyorum.


Tüm bunlardan sonra başlıktan yola çıkarak değişen hedeflere değinecek olursak; artık Clippers Los Angeles'ın diğer takımı değil; herkesin gözü üzerinde olan ve şuan Los Angeles'ın diğer takımı olan Lakers'tan daha güçlü kadroya sahip bir ekibiz. Normalde Playoff hedefiyle yola çıkacağımız sezonda Chris Paul'ün gelişiyle hedef Batı Finali olmuş durumda. Tabi bunun için 1 uzunun daha gerekli olduğu açık ama başka takas yapmasak bile Free Agent pazarında iyi katkı verecek ve bu takıma gelmeye hazır uzunların olduğunu bilmek bana güven veriyor.

Chris Paul - Blake Griffin gibi NBA'in en iyi 15 oyuncusu listesine giren oyunculardan 2'sine birden sahip olmak, bunun yanında Billups gibi winner bir veterana, Randy Foye gibi bir şutöre, Caron Butler gibi çok yönlü bir oyuncuya ve genç yetenekli isimlere sahip olmak bu takım ile ilgili ümitlenmeme sebep oluyor. Tek korkum Donald Sterling'in saha dışında bu takıma zarar verebilecek hamleler yapması, aksi takdirde bu takımın sezonu bitireceği sıralama en kötü haliyle Batı'da ilk 5 olur.

O sene bu sene olsun, heyecanla bekliyoruz...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Bir Üçlük de Kansere At Merve

Merve Bodur diğer yaşıtları gibi ileride iyi bir basketbolcu olmanın hayalini kuran ve bunun için de aynı ablası gibi Fenerbahçe'de oynayan bir kardeşimiz...


Geçen senenin sonuna doğru Merve'nin lösemi hastası olduğu haberi geldi. Yıldız Kızlar Türkiye Şampiyonası'nda şampiyon olan takımına yıl içinde büyük katkıda bulunmasına rağmen son 8'li turnuvada belki somut olarak katkıda bulunamadı ama tüm arkadaşları kazandıkları şampiyonluğu ona adadı. Ödül töreninde ise tüm takım "Şampiyon Merve" yazılı tshirtlerini giymişti ve İstanbul'a döndükten sonra yaptıkları ilk şey de kupayı Merve'ye götürmek olmuştu.


İşin içine sağlık gibi bir konu girince renk ayrımı yapılmıyor haliyle. "Altyapılarda şampiyonluklar zaten o kadar önemli mi?" diye soranlar olacaktır belki ama geçen sene o kupayı Galatasaray kazansa sanırım bu kadar sevinmez ve Merve için üzülürdüm. Burada Fenerbahçe taraftarını da tebrik etmek gerekiyor, zira Merve'ye ve ailesine bu süreçte çok iyi destek oldular.

Şuan ise Merve sadece Fenerbahçelilerin değil Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların, tüm Türkiye'nin desteğini alıyor. Dün itibariyle tedavisinin en zor kısmı başarıyla tamamlandı ve bundan sonra ilaç tedavisine evinde devam edecek. İnşallah bu hastalığı atlatacak ve eskisinden de sağlıklı bir şekilde parkelere dönecek. Çok yakında Yıldız Kızlar Kategorisi'nde Galatasaray-Fenerbahçe maçı var. Sanıyorum Merve basketbolu ve takımını çok özlemiştir. Umarım bu maçı izlemek için tribüne gelir, biz de kendisine geçmiş olsun dileklerimizi yüz yüze iletebiliriz.


Son olarak da Merve parkelere döndükten sonraki ilk Galatasaray maçında, hayatımda ilk kez Fenerbahçeli bir sporcuyu alkışlayıp ona destek vereceğim. Merve bunu çoktan hak etti.

İnananlar asla kaybetmiyor, o yüzden "Bir üçlük de kansere at Merve"

19 Kasım 2011 Cumartesi

Abdi İpekçi'de Tarih Yazmak

Nereden başlasam, neyi anlatsam hiç bilmiyorum. Bu yazıyı aslında yazmayıp bu unutulmaz günü kendime saklamayı da düşündüm bir an için ama yıllar sonra dönüp baktığımızda bu maçın yazısı da burada olsun, gurur ve keyifle okuyalım.


Bu maçın hikayesi için aslında Kazan maçının öncesine kadar gitmek gerekiyor. Gecenin bir yarısı arkadaşlarla sohbet ederken "Oğlum Euroleague tarihimizin ilk iç saha maçına çıkıyoruz, bir şeyler yapmayacak mıyız lan?" şeklinde bir soruma, arkadaşımın "Sopalı Pankart yapalım, en güzeli o olur" cevabı sonrası vakit kaybetmeden Uni ile iletişime geçildi. Onların da bu konuya çok sıcak yaklaşması ile beraber tamamı üniversite öğrencilerinden oluşan 100'den fazla kişi bu organizasyon için ciddi emek harcadı. Kazan maçında girişte emniyet müdürlüğü sıkıntı çıkardı, Hakan Üstünberk'ten Abdürrahim Albayrak'a kadar kim çağrılırsa çağrılsın ilgilenmediler. Sanırım bu organizasyonun bu denli görkemli olacağını ve gördükten sonra pişman olacaklarını düşünemedi yöneticilerimiz, umarım bu yaptıkları son yanlış olur diyelim. Güzel şeylerden devam etmek gerekirse bu hayal kırıklığı ve sinir karışımı duygular sanırım insanları daha da kamçıladı.

O pankartlar ne pahasına olursa olsun bir sonraki maçta salona girecekti. Euroleague yönetimine atılan mailler, "Bizim için sorun yok, Emniyet Müdürlüğü'nden izin alın yeter" cevabı, Emniyet Müdürü'nü ikna çabaları, en sonunda bu pankartların sahaya atılması ya da birilerine zarar vermesi durumunda, bu olaylardan sorumlu olacağını kabul eden 50 ayrı kişinin kimliğinin verilmesi şartıyla izin alındı. Salon içinde bir o kadar daha koşuşturmaca, pankartların 4 bir yana dağıtılması, herkese ne yapacağının tek tek anlatılması... Bu iş için uğraşan insanlar ilk periyodun neredeyse tamamını kaçırdı ama Euroleague'de yapılmış en güzel şovlardan birine, işte burası çok önemli -yönetim desteksiz- imza attı.


Maça gelirsek böyle bir momentum ve taraftar desteği ile girdiğimiz maçta doğal olarak ilk periyodu iyi oynadık. Tam kendimizi öne atacak iken, iyi savunma yaptığımız pozisyonda Sada'dan gelen zor üçlük buna izin vermedi ve ilk periyodu 19-19 bitirdik. 2. periyoda kötü başladık, ilk 4 dakika sayı bulamadık. Buna karşılık olarak Barcelona ise Pete Mickael ve CJ Wallace ikilisi ile sayılar buldu bu devreye 44-29'luk bir skorla geride girdik. 3. periyoda da pek iyi başlamadık, Navarro'nun fast break üçlüğü ve Lorbek'in pota altından bulduğu sayılarla skor 56-36'a geldi, Oktay Mahmuti mola aldı. Ne olduysa bundan sonra oldu zaten. Başka bir salonda, başka bir takımın maçında taraftar 20 sayı fark yiyen takıma desteğini keser, homurdanmalar başlar ama İpekçi'de tam tersi oldu. Fark 18'e indi, hala kazanabileceğimize inanıyorduk. "Barcelona piçleri dönsün şaşkına" tezahüratı hiç bu kadar anlamlı olmamıştı, çünkü Barcelona normalde böyle bir maçta 30 sayı farka doğru rahatça giderdi. Oyuncular ve koç Xavier Pascual ne olduğunu anlamadan fark erimeye başladı ama işte Lakovic'in ayağının takılmasıyla Navarro'ya yaptığımız talihsiz faul ile Lorbek'in mucize üçlüğü maçı kazanmamıza yetmedi. Tüm bunlara rağmen kazanabilirdik, istediğimiz sadece 2 dakika daha süreydi ama maalesef olmadı.
  • Barcelona maçında eleştirilen 2 oyuncudan biri Lakovic'ti, onun hakkında bir şeyler yazmak istiyorum ben. Lakovic son periyoda kadar şut denemesinde bulunmadı belki ama muhtemelen basketbol kariyeri boyunca savunmada en fazla efor sarfettiği, en fazla mücadele ettiği maçı oynadı. Hücumda elbette kullanamadığı atışlar var, buna bir çözüm bulmak gerekiyor ama savunmadaki mücadelesiyle o eksiğini bu maçlık kapattı benim gözümde.

  • Yine Cevher hücumda her zaman soktuğu üçlükleri sokamasa da savunmada ve özellikle ribauntlarda inanılmaz aktifti. Alan savunmasında arkada hiç sırıtmadı, yine CJ Wallace'ı Shumpert ve Songaila'ya göre çok iyi savundu. Her maç böyle mücadele etsin, bu işleri yapsın yeter. Üçlükler elbet bir gün girer.

  • Shipp de maçın gizli kahramanlarından biriydi. 2. periyotta takılıp kaldığımız anlarda potaya çok cesur gitti. Bunun dışında Barcelona'yı durduran Alan Savunması'nın bel kemiğiydi. Navarro gibi bir silahın olduğu takıma karşı alan savunması yapmak çok riskli ve zordu, burada Shipp'in zaman zaman Ndong'a top aldırmamaya çalışırken aynı zamanda 1 saniyeden kısa bir sürede Navarro'nun üstüne çıkması gerekiyordu. Shipp bu geçişleri inanılmaz yaptı ve alan savunmamızın bu derece verimli olmasını sağlayan faktördü.

  • Tutku-Andric ikilisini sene başından beri verimli kullanamadığımızdan dert yanıyordum, sanıyorum kendilerini bu maça saklıyormuşuz. İlk devre bu ikili sayesinde kolay sayılara gittik. Ne yazık ki Tutku 2. devrede sakatlanınca hücumumuz biraz darbe yedi ama sanıyorum çok önemli bir sorunu yoktur.
Bu maçtan sonra görüldü ki biz bu salonda bu destekle herkesi yenebiliriz. Bugün Barcelona'yı elimizden kaçırdık ama yarın Cska Moskova'yı bile bu salonda yenebilecek gücümüz olduğunu kanıtladık. Zaten böylesine tecrübe kazandığımız maçların sayısı belli bir rakama ulaştıktan sonra İpekçi'de oynayacağımız istisnasız her maça favori çıkacağız ve burada müthiş bir galibiyet serisi yakalayacağız, buna inancım sonsuz.

Grupla ilgili bir şeyler söylemek gerekirse de; Olimpija ve Prokom'u burada rahat yeneceğimizi düşünürsek Unics Kazan ile Rusya'da oynayacağımız maç 3.yü belirleyecek. Siena ile İpekçi'de oynayacağımız maçta da şansımız yüksek ama o maçı kazansak bile Kazan'ı altımıza almamız için yine onları da yenmemiz ya da Kazan'ın sürpriz bir mağlubiyet alması gerekiyor.


Son olarak bu takımın bize her zaman verdiği bu güven duygusu bu takımı diğer tüm takımlardan ayrı bir yere koyuyor. Maç yazısında "Maç sonunda evlerimize büyük bir gururla gideceğiz" gibi iddaalı bir söz kullanmıştım, işte bu takımın bu güveni bizlere vermeleri çok önemli. Şimdi ise gururdan ziyade, bu sene takımla beraber ilk defa sevinmeye ve beraber üçlü çekmeye sıra geldi. Bu yüzden Prokom maçını iple çekiyorum.

Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu !

17 Kasım 2011 Perşembe

Haklı Gururumuz | Rakip Barcelona

Sonunda beklediğimiz maç geldi çattı. Bu maçın belki sıralamayı etkileyecek bir önemi yok ama Barcelona maçı bu takımın nerelerden nerelere geldiğini ve ne kadar büyük bir iş yaptığımızı en iyi anlayacağımız, zaman zaman maç içinde duygusallaşabileceğimiz ve Avrupa'daki aktif oyuncular içinde en iyi oyunculardan bazılarını ağırlayacağımız bir karşılaşma olacak. O yüzden biz haklı gururumuzu yaşayacağız, burada da bu sene sanırım yaptığım en keyifli analiz olması muhtemel olan Barcelona takımının analizine geçiyorum.


PG: Marcelinho Huertas - Victor Sada
SG: Juan Carlos Navarro - Joe Ingles
SF: Chuck Eidson - Pete Mickael - Xavier Rabaseda
PF: Erazem Lorbek - CJ Wallace
C:  Boniface Ndong - Fran Vazquez - Kosta Perovic

Barcelona geçen sene yine iyi olan ama 1-2 oyuncusu sakatlandığında sıkıntı yaşadığı kadrosuna bu sene nokta transferler yaptı. NBA'e gönderdikleri Rubio yerine Huertas geldi, geçen sene Mickael'in sakatlığında büyük sorun yaşadıkları kısa forvet pozisyonuna o pozisyonun belki de en iyisi Chuck Eidson geldi, Terrence Morris yerine de şutör uzun CJ Wallace geldi. Genel olarak baktığımız zaman 8 oyuncuları çok üst düzeyde, Victor Sada da çok yetenekli olmasa da savunma sertliği ve agresifliğiyle bu takıma ayak uydurabilen bir isim. Kısacası 9 kişilik çok sağlam bir rotasyonları olduğunu söyleyebiliriz, 12 kişilik yıldızlar karması yerine bu şekilde 8+1+3'lük bir rotasyon onlar için daha doğru tercih olabilir.

Guard rotasyonunda Huertas Euroleague'de Prigoni ile birlikte en yaratıcı 2 oyuncudan biri, hatta bir gün takımımızda görmek istediklerimden... Yedeği Sada da yukarıda bahsettiğim gibi savunmada inanılmaz işler yapabiliyor, zayıf olan ceza şutlarını da bu sene geliştirmiş gözüküyor ama o oyundayken savunmamız ile sonuca gitmemiz olası. 2 numarada anlatmaya lüzum görmediğim Navarro var, onun yedeği Joe Ingles gibi gözükse de maç içinde Chuck Eidson 2 numaraya geçiyor ve birden inanılmaz fizikli bir takıma bürünebiliyorlar.
3 numarada ilk isimleri All-Around tabirinin babalarından Chuck Eidson... Chuck Eidson'ı 4 sene önce almaya çok yaklaşmışken alamayışımız aklıma geliyor birden, bu adam 2.02'lik boyuyla oyun kurar, bir şekilde sayı bulur, inanılmaz top çalar ki geçen senenin bu alanda Euroleague lideri, blok yapar, kısacası her şey yapar ve en önemlisi de lider bir oyuncudur, bulunduğu takımı 1 seviye yukarı çıkartır. Eidson'ın yedeği yine her takımın kadrosunda görmek isteyeceği, fizikli 3 numaraların en iyilerinden olan Pete Mickael. Geçen sene sakatlık sorunu yaşaması Barcelona'nın F4 yapamamasının ana nedeniydi.

Uzun rotasyonu, özellikle pivot rotasyonu Barcelona'nın en büyük silahlarından biri. 4 numarada Euroleague için 4 numarada çok güçlü kalan ve müthiş bir hücum silahı olan Erazem Lorbek bulunuyor. Yedeği CJ Wallace fazla süre alamasa da özellikle dış şutları ve mücadelesi ile yabana atılmayacak bir isim. Pivot pozisyonunda ise birbirinden etkili 3 isim; Ndong, Vazquez ve Perovic var. Ndong kol uzunluğu ile savunmada caydırıcı, hücumda ise özellikle ikili oyunlardan sonra Huertas'ın verdiği Alley-oop paslarını rahatça smaçlayabilen bir isim. Vazquez Euroleague'in tüm zamanlar blok lideri zaten, o da Ndong ile benzer özellikler taşıyor. Perovic ise bu ikilinin aksine savunmada 2.17'lik boyuna ve fiziğine rağmen zaman zaman yumuşak kalsa da hücumda alçak postta önemli bir tehdit oluşturuyor. Ndong-Vazquez-Perovic üçlüsünün pota altından kolayca bulduğu ve smaçla bitirdiği pozisyonları ne kadar azaltabilirsek o kadar şansımız olur, çünkü şutlarının girmemeye başladığı gibi bir durumda ilk yönelecekleri yer burası olacak. Aynı zamanda uzunları nasıl besleyeceğimiz de önemli, çünkü pota altında Andric, Zaza ve Furkan'ın topla buluştursak bile karşılarında blok canavarı oyuncular olacak, bu pota altı uzunlarına karşı bir şekilde kolay sayıya gitmenin yolunu bulmalıyız, bu da muhtemelen tempo yapmamız ve Shumpert'ın 4 numarada özellikle Lorbek'e karşı iyi bir maç çıkarmasıyla mümkün olabilir gibi gözüküyor.

Görüldüğü üzere işimiz hiç de kolay değil. Euroleague'in Cska Msokova ile birlikte en büyük 2 favorisinden biri ile oynayacağız. Barcelona ciddi oynadığında kazanma şansımız çok az ama taraftar gücü takımımızın yanında olursa, iyi bir atmosfer yaratırsak ve önemli oyuncularımız da gününde olursa bir sürprize de imza atabiliriz.

Kilit Eşleşmeler: Lakovic - Navarro, Shipp - Eidson, Songaila/Shumpert - Lorbek

Lakovic'in yıllarca formasını giydiği eski takımına karşı oynayacağı maçta karşısında Navarro var. Bu eşleşmenin basketbolseverleri şimdiden heyecanlandırdığına eminim zaten. Diğer tarafta 3 numarada çok yetenekli bir oyuncu olmasının yanında Shipp'e karşı fizik üstünlüğü bulunan bir Eidson var. Orayı ne kadar az hasarlı atlatacağımız önemli bir faktör olacak. Son olarak da maçı dengede götürmek istiyorsak Lorbek'e karşı Songaila ve Shumpert ikilisinin ikisinden de iyi katkı almak zorundayız.

Önemli Faktörler: Navarro'yu yavaşlatmak, Lorbek'in post oyunlarını savunabilmek, kolay sayıya gidebileceğimiz pozisyonlar bulmak...

Son olarak her ne kadar çok güçlü bir takımla oynayacak olsak da bugün Galatasaraylı basketbolseverlerin bayram günü. Maç sonunda yüzlerimizde gülümseme ve haklı gururumuzla salondan ayrılacağımızı bilmek, maç sırasında geçmişi gözümüzün önüne getirmek ilginç bir deneyim olacak.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Ligdeki İlk Fire | Anadolu Efes Mağlubiyeti

Bu sezon normal sezon liderliği için en büyük rakibimiz olan Anadolu Efes ile oynadığımız maçı 69-61 kaybettik.

Maça pek iyi başlayamadığımızı söyleyebilirim. İlk periyotta 6-2 öne geçtikten sonra 9-0'lık seri yiyerek 11-6 geriye düştük ve devreyi de 23-19 geride kapadık. Efes'in Barac'ı kullanmasına ikili sıkıştırma getirerek çözüm bulmaya çalıştık ama bu sıkıştırmaların sadece birinde tercih hatası yapan Barac'ın, son olarak yaptığı asist ve Vujacic'in bomboş turnikesi ile ikili sıkıştırmalardan vazgeçmek zorunda kaldık. 2. periyotta oyuna giren Zaza'nın hücumda katkı vermesi işleri kolaylaştırdı ama burada Cenk ve Savanovic'in el üzerinden soktukları üçlükler momentumu lehimize çevirmemize engel oldu. Bu periyotta Barac'ı durdurmakta biraz sıkıntı yaşadık. Açıkçası Barac'ı savunurken uzunlarımızı yanlış kullandığımızı ve ikili sıkıştırma dışında alternatif bir planımızın olmadığını düşünüyorum, buna zaten aşağıda değineceğim.

3. periyodun başında 10 sayıya çıkan farkı Furkan'ın savunmadaki gayreti ile kapamayı başardık ama Kerem Tunçeri'nin attığı her şutun girmesi planlarımızı bozan şey oldu. 14 sayıya çıkan farktan sonra hemen hemen herkes ümidini kesmişti ama Furkan'ın Ersan'a bloğu ve Shumpert'ın hücumdaki akıllı oyunu ile maçı yine dengeye getirdik. Burada oyuncularımızın telaş yapması, sorumluluktan kaçması, erken ve yanlış 3 sayı seçimleri ve kaçan serbest atışlar ile kötü olduğumuz bir günde bile kazanabileceğimiz maçı maalesef kaybettik.

Burada dikkatimi çeken 1-2 noktayı paylaşmak istiyorum.

  •  Maça Caner ile başladık. Bunun sebebini açıkçası merak ediyorum. Shipp yorgundu ve dinlendirmek mi istedik? Eğer sorun buysa, sene başından beri Shipp'i 35 dakika oynatmamızın yanlış olduğunu söyleyebilirim, belki de en fazla katkı vereceği maçta Shipp'i sadece 18 dakika kullanabildik.
  • Barac oyundayken bizde de hep ya Andric ya Furkan oyundaydı. Durdurmakta en zorlandığımız uzunu savunmakta niye en sert pota altı savunucumuzu, yani Zaza'yı hiç kullanmadık?
  • Ne kadar kötü gününde olursa olsun, son periyodun genelinde dinlenmiş bir Lakovic'i kritik son 2-3 dakikada niye kullanmadık?
  • Rakip uzunlarını birebirde savunamıyorken ve Efes Ersan üzerinden rahat şut imkanı buluyorken alan savunmasını niye hiç denemedik?
  • Rakip yorulduğunda Shumpert'ı oyuna almak belki bir taktik ama Shumpert oyuna girdiği 14. dakikadan itibaren 4 dakika hariç hep sahada kalmış. Her ne kadar maç sonunu iyi oynasa da normalde sokacağı üçlükleri sokamadı. Shumpert'ı kullanırken daha uygun bir rotasyon kullanamaz mıydık?
  • Efes'in maç boyunca göstermelik ve süre çalmak için yaptığı tam saha baskıyı ve ikili sıkıştırmaları niye cezalandıramadık? Bu baskı bizim hücum süremizi çaldı ve organize olmamızı engelledi, 10 asist sezonun bizim adımıza en düşük rakamı sanırım. Tam tersi olarak biz de Efes'i pek zorlayamadık, 3 top çalma da yine sezonun en düşük rakamıdır. Efes'in benchinde de bu tip sürprizlere karşılık veremeyecek Ufuk Sarıca varken bu maç için belki sürpriz bir savunma seti hazırlayabilirdik.
Bir taraftan bu soruların cevaplarını aramaya çalışıyorum. Bir taraftan da oyuncularımızın o muhteşem mücadelesi aklıma geliyor, o kadar da olur diyorum. Dile kolay; 3 gün sonra bu oyuncular, bu teknik ekip bize Barcelona'ya karşı oynama gururunu yaşatacak, onda da son topa kadar savaşacaklarından eminim.


Son sözüm de taraftara...

Galatasaray Basketbol Taraftarı bu ülkenin açık ara en iyisi, bunu tartışmak bile yersiz gelebilir belki ama ben bu maçtaki tribün profilimizi hiç beğenmedim. Biz geçen sene çıtayı çok yüksek bir yere koyduk, öyle ki şuan Avrupa'nın en iyi tribün yapan taraftarlarından biriyiz, belki de bu yüzden normal standartın çok çok üstünde olan bu tribün performansı bana yeterli gelmemeye başladı. Bu konuda söylemek istediğim şey de şu aslında. Efes maçında salondaki gişeden biletin bittiği haberi duyulduğunda sıradaki insanların ne kadar çok üzüldüğünü bizzat gördüm. Eğer takıma maksimum katkıyı ve desteği veremeyeceğinizi düşünüyorsanız bu tip maçları evinizden izleyin, başkalarının da hakkını yemeyin.

11 Kasım 2011 Cuma

Top 16 Biletimiz Slovenya'dan

Grupta bundan sonraki hedefimizi belirleyecek maçı kazandık. Prokom ve Olimpija'yı içeride de yeneceğimizi düşünürsek artık rahatlıkla Top 16'da olduğumuzu ve Unics Kazan ile üçüncülük savaşı vereceğimizi söyleyebiliriz. Tabii bunu söylerken takımımızın hiçbir zaman ciddiyeti bırakmayacağını ve kolay maçları bile yüksek konsantrasyonla oynayacağını baz alıyorum.

Maç hep kontrolümüzdeydi. Furkan'ın mükemmel performansı, Shumpert'ın katkısı, Jamon Gordon'un son periyot yaptığı enfes savunma, Songaila'nın kötü başladığı maçta 3. periyotta bizi oyunda tutan oyuncu olmasından ziyade söylemek istediğim başka bir nokta var. Bu maçı kazanmamızdaki en önemli etkenlerden biri rotasyonun iyi ayarlanmasıydı. Önceki maçlardaki gibi Lakovic'i 35, Shipp'i 35 dakika kullanmadık. Burada bana göre uygulamamız gereken formül şu şekilde: "Tutku+Ender 15'erden toplam 30 dk, Lakovic+Gordon 25'erden toplam 50'dk, Shipp 30 dk, Shumpert 10 dk kısa forvet 10 dk uzun forvet." Bu formüle bu maçta çok yaklaştık ve çoğu oyuncumuzdan iyi verim aldığımızı söyleyebilirim.

Bunların dışında Songaila'dan her zaman 3. periyotta yaptığı katkıyı beklesek yeterli sanırım. Yani Songaila tüm maçı aynı seviyede oynayamıyor belki ama 5-6 dakikalık süre zarfında hücumda bize maksimum katkıyı vermesi şimdilik yeterli gözüküyor. Olimpija maçında çok olumlu işler yapan Cevher'in de bu maçta 20 dk'ya yakın süre alması çok doğru bir gelişmeydi. Sanırım artık bu takımın rotasyonunu nasıl yapacağımızı iyi anladık ve bu maçtan itibaren bir çıkış bekleyebiliriz takımımızdan.

Şimdi önümüzde çok önemli 2 maç daha var, Anadolu Efes ve Regal Barcelona maçları... Anadolu Efes maçı Barcelona maçından daha önemli konumda ki bu maçı kazanan takım lig liderliği için önemli bir adım atacak. Barcelona maçında ise bir bakıma taraftarımız ile gövde gösterisi yapıp maçı son topa kadar taşımaya çalışacağız. Bu 2 maçtan sonra nispeten kolay bir fisktürümüz var. O yüzden Efes ve Barcelona maçlarını olabildiğince yüksek konsantrasyonla ve maksimum efor ile oynayıp daha sonra aktif dinlenmeye geçebiliriz.

Bu 2 maçtaki en önemli kozumuzun taraftar gücü olduğunu da söylemeye gerek yok, bu yüzden bizlere de çok iş düşüyor.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Hedef Maçımız | Union Olimpija Deplasmanı

Bu hafta hem ligde hem Euroleague'de birbirinden önemli 2 maça çıkacağız. Bunlardan ilki Slovenya deplasmanı... Union Olimpija maçı Euroleague'deki grubumuzda hedef maç gözüyle bakabileceğimiz maçlardan biri, belki de en önemlisi. Prokom'u deplasmanda yendiğimizi ve Gee'nin takımdan ayrıldığını düşünürsek grupta galibiyet almaları zor gözüküyor. Bu durumda Olimpija deplasmanından galibiyetle dönmek bir bakıma Top 16'yı garantilemek ve Unics Kazan ile üçüncülük mücadelesi vermek demek oluyor. Kaybettiğimiz takdirde ise üçüncülük umutlarımız çok azalıyor ve U. Olimpija ile dördüncülük mücadelesi vermeye başlıyoruz.



PG: Aleksandar Capin - Ben Woodside
SG: Sasu Salin - Jaka Blazic
SF: Danny Green - Dino Muric - Davis Bertans
PF: Deon Thompson - Damir Markota (?) - Morina Gezim
C:  Ratko Varda - Robert Rothbart

Union Olimpija, Slovenya Basketbolu'nun yıllardır en önemli temsilcisi ve basketbol dünyasına geçmişten günümüze birçok oyuncu yetiştirmiş adeta bir basketbolcu fabrikası. Sadece Sloven oyuncular da değil, birçok yabancı uyruklu basketbolcuyu da genç yaşında bünyesine katıp yetiştirmiş bir kulüp Union Olimpija. Zaten kadrolarına baktığımızda bu durumu hemen görüyoruz, 21 yaş ve altında tam 5 oyuncuya sahipler.

Guard rotasyonlarına baktığımızda Capin ve Woodside ikilisini görüyoruz. Capin daha tecrübeli ve takımı yönlendiren oyuncu konumunda bulunuyor, Woodside ise daha enerjik, daha potansiyelli ve takımının kolay sayı bulmasını sağlayan bir oyuncu olarak öne çıkıyor. Ancak Woodside'ın ilk Euroleague sezonu olması, Capin'in ise önemli defolarının olması bu pozisyonda bizi bir adım öne çıkarıyor.

2 numara pozisyonunda Union Olimpija genç isimlere güvenmiş durumda. Finlandiyalı keskin şutör ve görev adamı genç Salin ile Slovenya basketbolunun umut bağladığı ancak bu seviyelerde oynayabilmesi için önünde uzun yıllar bulunan Blazic bu pozisyonda görev alan isimler. Koç Filipovski bu 2 isim yetersiz kaldığında ise NBA lokavt transferi Danny Green'i de bu pozisyonda kullanabiliyor.

Danny Green kısa forvet pozisyonunda Olimpija'nın ilk tercihi ve bu takımın en etkili oyuncusu. NBA'de görev adamı seviyesinde bir oyuncunun Euroleague'de nasıl başarılı olabileceğinin de bir örneği gibi aslında. Atletizmi, savunmadaki baskısı, Avrupa Basketbolu için iyi bir atıcı olması onu burada ön plana çıkardı, keşke bu tarz oyuncular NBA'de 5-10 dakika süre alacağını Euroleague'in kalitesini arttırsa ama lokavt bittikten sonra muhtemelen NBA'e dönecektir. Onun yedekliğini bu yaz Eurobasket'ten hatırladığımız 2 genç oyuncu; Slovenya Milli Takımı'ndan Dino Muric ve Letonya Milli Takımı'ndan Davis Bertans yapıyor. Filipovski'nin rotasyonu çok ilginç ve bir maçı bir maçını tutmuyor. Örneğin Muric ilk 2 maçta toplam 12 dakika oynamasına rağmen son maçta 32 dakika oynadı. Bu yüzden hangi oyuncuyu ne kadar kullanacağını kestirmek zor ama 2 oyuncu da oldukça yetenekli; Muric daha çok savunma gücüyle, Bertans ise daha çok hücum gücüyle öne çıkıyor. Yine de iş Euroleague seviyesinde oynamaya ve tecrübeye gelince, Danny Green'in kenarda olduğu dakikalarda bu pozisyonda da bir zaafiyet yaşadıklarını söylememiz mümkün. Shipp - Green eşleşmesi kritik, burada Shipp Green'i yavaşlatmayı başarır ve onu kontrol dışına çıkarabilirse büyük bir avantaj yakalayacağız. Aynı zamanda Muric-Bertans ikilisinden biri oyundayken savunmada çok sıkıntı yaşamayacağımız için Shumpert'ı 3 numarada kullanmak da elimizdeki seçeneklerden biri...

Uzun rotasyonunda Olimpija sene başında Jagodnik'i sakatlık yüzünden kaybetmişti. Burada en güvendikleri isimlerden biri olan Damir Markota'nın da bu maçta oynaması şüpheli ve muhtemelen oynamayacak. Markota'nın oynamaması durumunda ise hem 4 hem 5 numarada oynayabilen Deon Thompson'ın daha çok 4 numarada oynamasını bekleyebiliriz. Deon Thompson pota altında güçlü fiziği ve atletik yapısıyla önemli bir tehdit olabilir ancak Olimpija'nın sistemine henüz pek adapte olamamış gibi gözüküyor. Songaila ile eşleşmesini merak ediyorum. Songaila'nın rahatlıkla üstünlük kurabileceği bir isim, artık Songaila'nın da bu takıma bir şeyler vermesinin zamanı geldi. Markota'nın oynamadığı takdirde koç Filipovski 2.05'lik Bertans'ı zaman zaman 4 numaraya alıp 4 kısalı bir sisteme dönebilir.

Pivot pozisyonunda ise Beşiktaş'tan iyi hatırladığımız ve 37 yaşındaki tecrübeli pivot Ratko Varda'yı görüyoruz. Varda tam olarak takıma abilik yapma görevini yerine getiriyor ve bu açıdan çok önemli bir parça. Ayrıca Türkiye'deyken hatırladığımız üzere, her ne kadar gençliğindeki kadar etkili olamasa da pota altında hala büyük bir skor tehditi, zaman zaman üçlükleriyle de can yakabiliyor. Aynı zamanda 2.17'lik boyuyla savunmada rakibi dışarı itmede önemli bir etken, yine de ikili oyuna dayanan sistemimiz için karşımızda görmekten çekinmeyeceğimiz ve hücumda üzerinden rahat sayı bulabileceğimiz bir oyuncu tipi. Varda'nın yedeği Rothbart da 2.17'lik boya sahip, özellikle ribaundlarda etkili ve önemli blok tehditi olan bir oyuncu. Hücumda kendisine hazırlanan pozisyonlar dışında silahı yok ama ona hücum ribaundu vermememiz yapmamız gereken şeylerden biri. Zaten bunları önleyebilirsek, bu 2 ağır uzuna karşı bu sene Euroleague'de rakiplerimizin durdurmayı başardığı Pick'n Roll oyunlarımızı tekrar oynayabiliriz.

Görüldüğü üzere kadro bakımından geçen seneki önemli oyuncuları Ilievski, Ozbolt ve Gregory'yi kaybetmiş ve kağıt üzerinde bizden daha zayıf bir takım olan Olimpija ile oynayacağız. Son olarak salon atmosferinden ve dış etkenlerden bahsetmemiz gerekiyor.


Union Olimpija'nın bize karşı kuşkusuz en büyük avantajı yapımı 2009'da başlanan ve geçen sene kullanıma açılan 12500 kişi kapasiteli salonları Arena Stozice. Aynı zamanda müzik konserleri için de kullanılan ve Leonard Cohen, David Guetta, Sting gibi isimlerin konser verdiği, bizim maçtan 1 gün sonra 11 Kasım'da da Elton John'un konser vereceği Arena Stozice gerçekten mükemmel bir yapı. Bunları neden anlattığıma gelince; Abdi İpekçi'de şimdiye kadar organizasyon ve salon yönetimi anlamında çok fazla sıkıntı yaşayan takımımız ve taraftarımız da böyle bir salonu hak ediyor. Umuyorum yakın zamanda bu konuda girişimlere başlanır ve Aslantepe'ye bu harika basketbol salonu gibi tamamiyle Galatasaray SK'ne ait olan bir salon yapılır.

Slovenlerin basketbol sevgisini herkes biliyor ve böyle bir ülkenin en büyük basketbol takımı olarak Olimpija da doğal olarak bundan nasipleniyor. Geçen sene de rakiplerine oranla çok mütevazi bir takım olan Union Olimpija'nın grup aşamalarında inanılmaz bir performans sergileyip grubunu 2. bitirerek Top 16'ya kalmasında en önemli etken iç sahadaki performansıydı. "Pana, Efes, Cska, Milano, Valencia" ile mücadele ettiği grupta Union Olimpija kendi sahasında bu takımların hepsini yendi ve bu istatistik bile ne kadar zor bir deplasmanda oynayacağımızı anlatmaya yetiyor. Basketbolu iyi bilen ve hakemler-oyuncular üzerinde iyi baskı kuran bir taraftarlarının olduğunu söylemeye gerek yok zaten, her ne kadar bu sene kağıt üstünde çok zayıflamış olsalar da kötü gününde olan bir Galatasaray'ı affetmeyecek bir performans da sergileyebilirler. Konsantrasyonumuzu 40 dakika boyunca mutlaka en üst seviyede tutmalı ve ipleri hiçbir zaman bırakmamalıyız.

Kilit Eşleşmeler: Josh Shipp - Danny Green, Darius Songaila - Deon Thompson...

Önemli Faktörler: Danny Green'i yavaşlatmak, taraftar gücünü arkalarına alacak şekilde seri yapmalarına izin vermemek, oyunu hep kontrolümüzde tutmak, ribaundlarda ezilmemek...

Maçla ilgili diğer önemli bir ayrıntı da Lakovic'in doğduğu topraklara dönecek olması ve Slovenyalı basketbolseverler Slovenya Basketbolu için çok önemli bir yere sahip olan Lakovic'i tekrar burada görmek için sabırsızlanıyormuş. Lakovic için de şüphesiz duygu yoğunluğu yüksek ve önemli bir maç olacak.

Özetlemek gerekirse kağıt üstünde rakibimizden çok üstünüz ama zor bir deplasman olması açısından mutlaka dikkat etmeliyiz. Oktay Mahmuti'nin geçen hafta Siena mağlubiyetinden sonra söylediği gibi "Önemli olan böyle mağlubiyetlerden sonra ayakta kalmak ve birlik olabilmek." Bu maçın bir mesaj maçı olmasının yanında, kazanırsak matematiksel olarak olmasa da kafada Top 16'yı garantileyeceğimiz bir maç ve ben bu maçta bu senenin en iyi basketbolunu oynayıp bu zor deplasmandan galibiyetle döneceğimize inanıyorum.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Ders Çıkarılacak Deplasman | Siena Mağlubiyeti

Erkek Basketbol Takımımız sezon öncesi çok sıkı bir hazırlık maratonu geçirdikten, Euroleague'e kalma vizesi aldıktan ve son olarak da Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı müzemize kazandırdıktan sonra doğal olarak bir düşüşe girdi. Prokom maçından başlayan bu performans düşüklüğünde Prokom deplasmanı ve ligi kayıpsız geçmemize rağmen kilit maçlardan biri olan Unics Kazan maçını kaybettik, son olarak da Siena maçından mağlubiyetle ayrıldık.

Kazandığımız Prokom maçının ardından yaptığım sert eleştirileri bu maçtan sonra yapmıyorum, çünkü bazı taraftarlarımız Euroleague'in dev takımlarının bile bu deplasmandan 20-30 sayı fark yiyip döndüğünü ya bilmiyor, ya da hatırlamak istemiyorum. Galatasaray Erkek Basketbol Takımı beklentileri çok fazla yükseltmişti, bu yüzden bu mağlubiyeti kabullenemeyenler bile oldu ama işte belki de bizi kendimize getirecek, hedeflerimizi gerçekçi yapacak şey bu mağlubiyet olacak. Bunu söylerken bu maçtan önce Top 16 yaparız derken şimdi gruptan çıkamayız demiyorum tabii, en kötü ihtimalle 4. olarak elimizi kolumuzu sallaya sallaya bu gruptan çıkarız ama benim gözüm hala üçüncülükte ki bunu yapabilecek gücümüz de gayet var. Maça gelirsek çok kötü başladık. Yapılan acemice top kayıpları sonucu Siena bir anda öne fırladı ve 12-3'lük skoru yakaladı, ardından da Oktay Mahmuti'nin molası geldi. Moladan sonra biraz toparlansak da Siena skoru korumayı başardı ve ilk periyodu 30-16 önde kapattı. 2. periyotta pota altında özellikle Luksa Andric'i çok iyi kullandık. Bu periyotta Luksa'nın 9 sayısına Songaila da 4 sayı ile katkı verdi. Maçın kırılma anı da bu periyotta yaşandı. Stonerook'a verilen teknik faulden sonra serbest atışlarla farkı 7'ye (40-33) indirdik. Teknik faulden sonra kullandığımız topta Lakovic'in 3 sayılık atışı isabetli olsa farkı 4'e indirip devreye skoru dengede taşıyacaktık. Zaten 2. periyotta bu ana kadarki skor 17-10 lehimizdeydi, üçlük de girse 20-10'luk bir serimiz olacaktı. Ama işte o üçlük girmedi, daha sonra teknik faulden sonra taraftarın da gaza gelmesiyle bu sefer Siena'dan 7-0'lık bir seri geldi ve devreye 50-37 geride girdik.

3. periyotta David Moss ve Tomas Ress'den gelen beklenmedik 4 üçlük ile maç koptu. Son periyotta ise hücum anlamında istediklerimizi sahaya yansıtmamıza rağmen Kaukenas'ın mükemmel şut performansı ve açık alan bulmaya başlayan Bo McCalebb'in etkili oyunlarıyla sahadan 103-77 mağlup ayrıldık.

İnternet platformlarında gördüğüm kadarıyla bazı skor taraftarı diyebileceğim kişiler çok keskin ve acımasız yorumlar yapmışlar. Hatta "Şu ve şu isimler gitsin, hemen bu oyuncuyu alalım" diye yorumlar bile gördüm, inanamadım. Bazı taraftarlarımız da sanırım ilk senemizde F4 yapmamızı bekliyor, bunu yapamazsak başarısız olacağımızı söylüyorlar. Burada Oktay Hoca'nın sene başında "Biz bu sene başarısız olacağız, çünkü Euroleague'i alamayacağız" sözünde ne kadar haklı olduğunu görme imkanı bulduk gerçekten, bu sayı yarı yarıya olsa da ben taraftarımızdan bu kadar sert eleştiriler beklemiyordum. Siena maç yazısını yazarken Siena'nın en zor deplasmanlardan biri olduğunu yazmıştım. Bunu yazarken de bu zor deplasmanın sebebinin taraftarlarının çok ateşli olması olmadığını, kendi evlerinde oyunlarını 1-2 seviye yukarı çıkarmaları olduğunu da belirtmiştim. Buna karşı yazılan şey ise bizim takımımızda gayet tecrübeli oyuncuların olduğu ve hangi deplasman olursa olsun böyle bir fark yemememiz gerektiği oldu. Maalesef oyuncu tecrübesi ile takım tecrübesi olayını kavrayamamışız. İsterseniz takımınızda Euroleague'in en tecrübeli oyuncuları olsun, takım olarak bir bütün halinde bu maçları oynamayı öğrenmek çok başka bir olay ve bunun ilacı da böyle deplasmanları oynamak ve hatta böyle farklar yemek... Geçen sene taş gibi bir takım olan Fenerbahçe Ülker en formda zamanında burada 29 sayı fark yedi, 1 önceki sene ise tam 45 sayı fark yemişlerdi. Bu örneklerin sayısını çoğaltabilirim, Siena istediğinde ve formda olduğunda, bu salonda ayırt etmeden herkesi +20 yapıp gönderebilecek bir takım, üstelik bu maçtan önce ligde mağlup oldukları için bu maça çok iyi konsantre olmuşlar ve bizim maçı bir bakıma hedef maç olarak seçmişler. Pianigiani'nin söylediği "Sezonun en iyi oyununu oynadık" sözünü de dikkate almamız gerekiyor.

Tüm bunları kenara bırakıyorum; Siena gibi çok zor bir deplasmanda Siena 10/18 isabet ile %55 üçlük atınca böyle bir fark kaçınılmaz oluyor. Kaukenas'ın yılda 1 ya da 2 kere ortaya koyacağı performans bize denk gelmese ve hemen hemen her oyuncuları normalin dışında çok yüksek bir yüzdeyle oynamasa şu maçı dengede götürebilirdik. Zaten inanılmaz kötü başladığımız maçta 20'lere dayanan farkı 7'ye indirmemiz, 2. devrede 30'lara çıkan farkı 15'lere indirebilmemiz de bazı şeyleri anlatıyor. 26 sayılık farkı görüp oyun disiplininden koptuk diyenler vardı ama buna kesinlikle katılmıyorum. Biz 40 dakika boyunca her zamanki oyunumuzu oynamaya çalıştık, hücumda da savunmada da saçma tercihler ve hatalar yapmadık, ne isek o idik. İlk periyotta yaptığımız 9 top kaybımıza rağmen maçı sadece 16 top kaybı ile bitirmemiz de oyun disiplininden kopmadığımızı gösteriyor. Açıkçası ilk ciddi deplasmanımızın Siena deplasmanı olması da biraz bizim şanssızlığımızdı, Siena ve Barcelona'ya gitmeden önce Kazan veya Olimpija deplasmanlarını görebilmek bize bu maçlarda daha fazla direnç ve maç oynama tecrübesi getirirdi.


Kısacası bu maç üzerinden takıma sallayacağımıza ders çıkarmamız gerekiyor. Normal maç temposunda oynanan maçta Siena gibi bir deplasmanda attığımız 77 sayı mükemmel mesela ama onların inanılmaz şut performansı sonucu olsa da yediğimiz 103 sayıya pek bir şey diyemiyoruz. Yine de takımımız istediğimiz gibi bir görüntü çizdi, oyun disiplininden hiçbir zaman kopmadı, farka rağmen sistemini sahaya yansıtmaya çalıştı. Önümüzdeki Olimpija deplasmanı çok kritik; kazanırsak Top 16 garanti ve 3.lük mücadelesi yapacağız, kaybedersek 4.lük mücadelesi yapacağız. Ama şunu tekrar söylemem gerekir ki Siena deplasmanı bu grubun en zor deplasmanıydı, ben Barcelona deplasmanında sadece oyun değil, skor olarak da daha iyi bir sonuç alacağımıza inanıyorum. Onun dışında bu Siena'ya karşı bu sefer bizim şut yüzdemiz yüksek olursa Abdi İpekçi'de bir zafer hiç de zor değil.

1 Kasım 2011 Salı

Grubun En Zor Deplasmanı | Rakibimiz Montepaschi Siena

Açık konuşmak gerekirse takımımız şuan biraz formsuz ve karşımızda da Euroleague'in en sistemli takımlarından biri olan Montepaschi Siena var. Bu deplasmanın zorluğundan yazının sonunda zaten bahsedeceğim ama Siena'ya karşı bu çok zor maçta yapacaklarımız bile bize potansiyelimiz hakkında fikir verecek. Siena şuan bizim 5-10 sene sonra ulaşmak ve görmek istediğimiz takım & yapılanmaya sahip. Hiçbir zaman müthiş bir kadroya sahip olmamalarına rağmen iyi bir koç, iyi bir sistem, mükemmel bir takım kimyası ile geçen sene Final Four oynamayı başardılar. İşte bu takıma karşı, bana göre grubumuzda oynayacağımız en zor deplasman öncesi Siena'yı daha yakından tanımaya çalışalım.


PG: Bo McCalebb - Nikos Zizis
SG: Rimantas Kaukenas - Igor Rakocevic - Pietro Aradori
SF: David Moss - Marco Carreretto - Andrea Michelori
PF: Shaun Stonerook - Ksistof Lavrinovic
C:  David Andersen - Tomas Ress

Görüldüğü üzere Siena'nın iyi ama muhteşem olmayan bir kadrosu var. Bu kadroda ilk bakışta dikkat çeken isimler Bo McCalebb ve David Andersen. Onların yanında uzun yıllardır Milli Takım ve Euroleague'de oynayan 2 Litvanyalı Kaukenas ve Ksistof, Yunan combo guard Zizis ve yeni transferleri Rakocevic'i de sayabiliriz. Ama işte onları bu noktaya getiren şey kağıt üzerindeki isimler değil sahada ortaya koydukları oyun oldu. Sırf bu yüzden bile büyük saygı duymamız gereken bir ekip, Siena'yı en son küçümseyen takımın, Olympiakos, sonu çok kötü oldu.

Pozisyon pozisyon incelersek; Point Guard pozisyonunu Bo McCalebb ile Nikos Zizis paylaşıyor. Bo McCalebb'i zaten fazla anlatmaya gerek yok, Euroleague'i yakından takip etmese bile bu yaz Eurobasket'i izleyenler onun ne kadar tehlikeli bir oyuncu olduğunu görmüşlerdir. McCalebb bire birde herkesi geçebilecek kadar hızlı, potaya çok iyi gidebilen ve kolay faul aldırabilen bir oyuncu. Zaman zaman istikrarsız olan şutunu da soktuğu günlerde ise Euroleague seviyesinde bile durdurulamaz bir oyuncu olabiliyor. Bu yaz Makedonya forması ile Eurobasket'te de çok sert savunmalara karşı kalitesini konuşturdu, bunun yanında büyük tecrübe de kazandı. Bizim de bu tarz guardlara karşı şuana kadar sıkıntı çektiğimizi düşünürsek işimiz hiç kolay olmayacak. Jamon Lucas Gordon'dan efsane bir savunma performansı bekliyoruz ama uzunlarımızın da Bo McCalebb'in savunmasına yardım etmesi şart. Nikos Zizis ise McCalebb'e nazaran oyunu aklıyla oynayan daha oturaklı bir oyuncu. Daha çok takımı oynatmaya çalışan ve bunun yanında gerekirse şutlarıyla gayet rahat skor bulabilecek bir oyuncu olan Zizis, kısacası Bo McCalebb'i gayet iyi tamamlıyor. Oyunun savunma tarafında da Bo McCalebb atletizmi ve rakip guardları rahatsız eden bir savunmasıyla burada Siena'ya büyük avantaj sağlıyor. Koçları Pianigiani zaten Oktay Mahmuti'nin İtalyan versiyonu gibi, bu açıdan da yarın birbirine çok benzeyen 2 takımın maçına tanık olacağız.

Kaukenas ve en son eklemeleri Rakocevic ile birlikte Siena 2 numara pozisyonunda da ciddi bir skor tehditine sahip oldu. İki oyuncu da kendi pozisyonlarını yaratabilen ve skor gücüyle öne çıkan oyuncular. Ama fiziksel olarak ikisi de pozisyonlarına göre çok güçlü olmadığı için bizim kullandığımız çift guard sisteminde bu maç için  fiziksel dezavantaj yaşamayacağımızı söyleyebiliriz. Burada Lakovic'in Kaukenas veya Rakocevic ile girmeleri muhtemel düellosu maça ayrı bir güzellik katabilir.

Kısa forvet pozisyonu Siena'nın kağıt üzerinde en sönük kaldığı pozisyon ki bu yine bizim avantajımız. Bizim de zaman zaman bu pozisyonda sıkıntı çektiğimizi ve ribaundlarda kısalardan yardım gelmeyince problem yaşadığımızı düşünürsek Shipp bu maç ribaundlara da iyi katkı verebilir. Siena'nın bu pozisyondaki ilk tercihi David Moss. Onun yedekliğini yapan DaJuan Summers'ı bu hafta içinde gönderdikleri için Moss'un yedekliğini tecrübeli Carraretto yapacak. Burada bu sene Milano'ya kaptırdıkları Malik Hairston'ı arayabilirler.

Uzun rotasyonunda geçen seneye göre 1 ama çok önemli bir değişiklik yaptılar. Milovan Rakovic'in yerine Avrupa Basketbolu ve Euroleague piyasasında her zaman çok değerli bir uzun olan, 3 kez Euroleague Şampiyonluğu, 1 kez de Euroleague'in en iyi 5'ine seçilme başarıları bulunan David Andersen'ı kadrolarına kattılar. 2.12 boyundaki David Andersen hücum yönünde inanılmaz bir uzun. Sahanın her yerinden şut atabildiği müthiş bileği, topla penetre edebilmesi ve pasör özelliği onu diğer uzunlardan farklı kılıyor. Caner Eler'in söylediği gibi belki Avrupa'dan hiç ayrılmamalıydı ama 30 yaşındaki oyuncunun en azından artık kariyerinin sonuna kadar Euroleague'de forma giyeceğini ve kendisini izleyebileceğimizi belirtelim. David Andersen'ı durdurmak için ne düşündük bilmiyorum ama Stonerook ile beraber oynuyorlarken onu Andric & Furkan yerine Songaila & Cevher ile savunmak mantıklı bir iş olabilir. Zira David Andersen potadan uzak oynamayı seven ve böylelikle uzunlarımızı potadan uzaklaştırabilecek bir oyuncu. Bu durumda da zaten çoğu zaman undersized kaldığımız 4 numara pozisyonundan ofansif ribaund verebiliriz. Tabi Ksistof ile beraber oyunda olduklarında yapabileceğimiz bir şey yok, iki oyuncunun da tehlikeli dış şutu olduğu için hem boş atışa izin vermeyip hem de ribaundları takım halinde almamız gerekiyor.

Shaun Stonerook ise K. Lavrinovic ve D. Andersen'ın arkasından gelen 3. oyuncuları. 2.01'lik boyuna rağmen müthiş bir savaşçı, ribaund sezgisi üst düzeyde, dışarıdan şutu var ve en önemlisi bu takımın savunmasında çok önemli bir role sahip. 5 senedir Siena'da oynayan Stonerook ayrıca takım kaptanlığını yapıyor. Shumpert - Stonerook eşleşmesi çok ilginç olabilir, burada onlara üstünlük sağlayabilirsek oyunu dengede tutmayı başarabiliriz. Ama 2.09 ve 2.12'lik Lavrinovic & Andersen ikilisi oyundayken Shumpert'ı 4 numarada kullanmaya kalkışırsak Motiejunas'dan yediğimiz sayıların benzerini yine potamızda görebiliriz ki Pianigiani bu tarz miss matchupları değerlendirmeyi seven bir koç. Tecrübeli İtalyan pivot Tomas Ress ise bu 3 oyuncunun arkasından kullandıkları ve üç sayı tehdidiyle can sıkabilecek bir isim.

Tüm bu saha içi faktörlerin yanında biraz da saha dışı faktörlerden, örneğin Siena deplasmanının zorluğundan bahsetmek gerekiyor. Siena maçlarını 7000 kişilik Palasport Mens Sana'da oynuyor. Salon mimarisi açısından biraz garip bir salon. Çok ateşli diyemesek de basketbolu iyi bilen bir seyircileri var ve nedendir bilinmez Siena bu salonda kendi oynadığı basketbolun da 1-2 seviye üstüne çıkabiliyor. Bu açıdan gerçekten büyülü bir yer ve Avrupa'daki her takımın bu salona gelirken, akıllarının bir köşesinde kaybetme ihtimallerinin yüksek olduğunu kabul ettiği bir salon diyebiliriz. Hatırlayalım, geçen sene ilk maçta Siena'ya tarihi fark atan Olympiakos Final Four'a güle oynaya kalacağını düşünürken bu salondan hayal kırıklığı ile ayrılmıştı. Yine ne Anadolu Efes ne Fenerbahçe Ülker en iyi zamanlarında bile burada kazanmayı başaramadı. Geçen sene M. Siena - Fb Ülker maçını salondan takip eden Sine Büyüka Türkiye'ye döndüğünde "Salon çok soğuk ve bu Fb Ülkerli oyuncuları inanılmaz kötü etkiledi. Bu duruma alışık olan Sienalı oyuncular için ise salonun soğukluğu büyük avantaj yarattı." demişti. O maçı Siena 94-65 kazanmıştı, yine Anadolu Efes geçen sene Top 16'da bu salonda oynadığı maçı 88-76 kaybetmişti. Siena'nın evinde oynadığı maçların karakteristik özelliği ilk periyotta kolay kolay kapatılamayacak farklar yakalaması ve deyim yerindeyse maçı ilk periyottan bitirmesi. Bu yüzden maça iyi ve sakin başlamamız da hayati önem taşıyor.

Kilit Eşleşmeler: Jamon Lucas Gordon - Bo McCalebb, Jaka Lakovic - Rimantas Kaukenas, Preston Shumpert - Shaun Stonerook...

Önemli Faktörler: Bo McCalebb'i yavaşlatmak, D. Andersen ve K. Lavrinovic'e kolay şut imkanı vermemek, takım halinde ribaundlara konsantre olmak, topun değerini iyi bilmek...

Özetlememiz gerekirse salon atmosferi ve deplasman zorluğu açısından grubumuzda kazanma ihtimalimizin en az olduğu maça çıkıyoruz diyebilirim. Ama Oktay Mahmuti'nin bize aşıladığı felsefeyle birlikte, bu takımın skor ne olursa olsun son topa kadar mücadele edeceğini de biliyoruz. Bu sene Siena henüz forma girememiş gibi gözüküyor, şu dönemde buradan alınacak bir sürpriz galibiyet ile gruptan çıkmayı garantileyeceğimizi de unutmayalım. Saha dışı faktörlerden çok etkilenmezsek, faul problemi yaşamazsak ve şans biraz bizim yanımızda olursa bu hafta Euroelague'de haftanın sürprizine imza atmamız imkansız değil.

Son topa kadar...

28 Ekim 2011 Cuma

Neden Kaybettik? | Unics Kazan Seriyi Bozdu

Dün çok rahat götürdüğümüz, 38 dakika boyunca skorda hep önde olduğumuz ve kaybetmeyi aklımızın ucuna dahi getirmediğimiz maçı maalesef son periyottaki kötü oyunumuzla kaybettik. Önce maçı kısaca anlatacağım, ardından bana göre maçı kaybetmemize neden olan noktaları paylaşacağım.

Maça Euroleague maçlarına başladığımız ideal 5'imiz olan Ender-Lakovic-Shipp-Songaila-Andric ile başladık. Maç yazısında belirttiğim gibi, bu ilk 5 Domercant'i tutmada sorun yaşayabilirdi. Beklediğimizin aksine Domercant'in bu periyottaki 5 sayısına çok sorun yaşamadık ve Shipp'in 9, Songaila'nın 8 sayısı ile ilk periyodu 21-12 önde kapattık. 2. periyotta Cevher Songaila'nın kaldığı yerden devam etti ve üst üste bulduğu 5 sayısı ile farkın kapanmasına izin vermedi. Lakovic ve Shumpert'ın 2 üçlüğü sonrası Andric'in de devreye girmesiyle devreye 35-28 önde girdik.

Bu sene rakibimizi hep 3. periyotlarda vuruyorduk, belki bu maçta da aynısı olacaktı ama Lynn Greer'ın kişisel gayretiyle bulduğu 9 sayı buna izin vermedi. Yine de final periyoduna 50-45 önde girdik. Faul problemi nedeniyle fazla süre alamayan Jamon Gordon'ın ekstra eforuyla rakibin bizi yakalamasına izin vermedik ve son 5 dakikaya 60-53'lük skorla girdik. Ne olduysa bu dakikadan sonra oldu, bu son 5 dakikalık bölümde 4 serbest atış isabetiyle sayı bulabildik, kısacası saha içi isabeti bulamadık. Burada oyuncularımızın sorumluluk almaktan kaçması göze çarptı, ona en sonda tekrar değineceğim. Bu son 5 dakikalık bölümde Unics Kazan ise Domercant'in serbest atışları ve son hücumdaki üçlüğü ile 2 eski oyuncumuz Wilkinson ve Lyday'in üçlükleri ile sayı buldu ve maçı kazandı. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Oktay Mahmuti'nin bu maçta oyuncu tercihleri konusunda çok hatası vardı belki, onları aşağıda yazacağım tek tek ama Unics Kazan'ın son hücumunda alan savunmasına dönmesi ve Pashutin'in çizdiği seti yerle bir etmesi ise inanılmaz bir coaching hamlesiydi. Domercant üçlüğü soktu belki ama inanılmaz zor bir şuttu, zaten Pashutin'in mola dönüşü alan savunmasını görünce kenardan oyuncularına çığlık çığlığa talimat vermesi de ne kadar doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor ama işte o mucize şut da girince yapacak bir şey kalmıyor.

Bu maçı nerede kaybettiğimize, hangi hataları yaptığımıza gelelim.

1. Oyuncu Tercihlerindeki Hatalar: Oktay Hoca'yı burada eleştirebileceğim 3 tercihi var. Bunlar Shumpert-Songaila/Cevher, Shipp-Caner ve Tutku-Lakovic tercihleri.

Songaila bize geldiğinden beri en iyi oyununu ortaya koymuştu ilk periyotta. Unics Kazan Pick'n Roll'lerimize çok iyi çalışmış, uzun içeriye devrildiği an bazen 4 numaradan, bazen 3 numaradan yardım getirdiler. Songaila ilk periyot bu yardımların hepsini cezalandırdı, orta mesafeden affetmedi. Songaila'nın hemen ardından oyuna giren Cevher de yine 1 üçlük, 1 de penetre üzerinden turnikesi ile hücumumuza rahatlık getirdi. Normalde burada en güvendiğimiz ve bize en çok avantaj getiren Shumpert ise bu maçta tutuktu. Normalde kaldırıp atacağı üçlükleri atmaktan çekindi, bu rakibin daha rahat yardım getirmesine sebep oldu. Shumpert hücumda kötü olunca savunmada da nasıl aksadığını biliyoruz. Buna rağmen 3. periyodun ortalarından 4. periyodun son 1 dakikasına kadar hep Shumpert ile oynadık. Oyunda kaldığı bölümde çok iyi katkı veren Cevher ve ilk periyot farkı açmamızdaki baş faktör olan Songaila'yı unuttuk. Bir de dikkatimi çeken Shumpert'ı bu maç 3 numarada hiç kullanmadık ve sanırım bundan sonra da bu böyle gidecek. Ama burada Shumpert-Songaila-Cevher üçlüsünün sürelerini iyi ayarlamalıyız. Çok geniş bir kadromuz var, Shumpert böyle kötü oynadığında gerekirse onu 5 dakikadan fazla oynatmayabiliriz, bu lükse sahibiz. Dün bunu yapmadık ve bu muhtemelen yaptığımız en büyük hataydı.

Bana göre 2. tercih hatası da Shipp-Caner ikilisinde oldu. Shipp de Songaila gibi maça çok iyi başlamıştı. 3. periyotun sonunda zorlama tercihler yaptığında kenara alınması normaldi ama son periyotta yaklaşık 7 dakika boyunca Caner'i oyunda tutmak bana göre 2. yanlışımızdı. Caner ilk yarıda çok verimli oynadı, savunma yaptı, ribaund aldı ama 4. periyot maalesef pek iyi değildi. Tuttuğu Domercant takımının sayı bulmakta zorlandığı bölümlerde Caner'in üstüne oynayarak 2 faul aldırdı ve 4 kolay serbest atış isabeti buldu. İşin hücum kısmında ise Caner'i tutan oyuncu Pick'n Roll'lere çok rahat yardım getiriyordu, bu da yine hücumumuza büyük darbe vurdu. Shipp de belki istikrarlı bir şutör değil ama ilk devre içeriye yaptığı katlar ve bulduğu boş smaçlar ve turnikelerle bunu cezalandırmıştı. Caner çok sevdiğim ve mücadelesini her zaman alkışladığım bir oyuncu ama bu seviyedeki bir maçta 10 dakikadan fazla süre vermemiz gereken bir oyuncu değil bana göre. Bunda muhtemelen Shumpert'ı sadece 4 numarada kullanmamız da etkili oldu ama bir şeyler yapıp Shumpert'ı 3'de de kullanmak hem buradaki sorunumuza çözüm getirecek, hem de Songaila ve Cevher'in dakikalarını, dolayısıyla verimliliklerini arttıracak. Shumpert'ın 3 numara olduğu pozisyonlarda savunmada alan savunması, hücumda ise Shumpert'ın post oyununu kullanmak belki bize bir çare olabilir.

Son tercih hatası da Prokom maçında da yaptığımızı düşündüğüm ve belirttiğim Lakovic-Tutku tercihiydi. Tutku'nun Banvit maçında parmağı çıkmıştı ve bu maçta da parmağında bandaj vardı, sık sık parmağıyla oynuyordu. Öncelikle bu yapacağım eleştiri bir sorunu olmaması durumunda yaptığım bir eleştiri, sakatlığı onu rahatsız ettiyse bu paragrafı okumadan geçebilirsiniz. Lakovic bu maç çok kötüydü ama benim eleştirim buna değil, bu kadar kötü olduğu bir günde yine 34 dakika sahada kalmasına olacak. Tutku yine son 14 dakikada oyuna girmedi, üstelik oyunun sıkıştığı bölümlerde Andric ile ikili oyunundan bize kolay sayılar kazandırabilecek iken... Lakovic'teki düşüş acaba çok fazla süre almasından mı diye düşünmeye de başladım. Elimizde 2 pozisyonda bu kadar değerli 4 oyuncu varken bunların birini neredeyse hiç kullanmayıp birini bu kadar fazla kullanmak çok yanlış. Bu Lakovic'in inanılmaz oynadığı Prokom maçında da böyleydi, çok kötü oynadığı Unics Kazan maçında da böyle...

2. Sorumluluktan Kaçma: Kadromuzdan belki memnun olmayanlar vardır ama bu sene bütçemiz doğrultusunda kurabileceğimiz en iyi takımlardan birini kurduk. Euroleague'e yeni girmiş takımların en büyük sıkıntı çektiği nokta olan tecrübe konusunda da takımımız bireysel olarak çok tecrübeli oyunculardan oluşuyor. Ama Prokom maçında sinyallerini veren olay dün yenilmemize sebep oldu.

Dün en kolay sayıya gittiğimiz Pick'n Roll'leri iyi çalışmış bir rakibimiz vardı. Uzunlarımız her devrildiğinde ters taraftan yardım geldi, bizim bunu cezalandırmamız gerekirken oyuncularımız şut atmaktan çekindi ve 2. devrede çok kötü bir hücum performansı sergiledik. İkili oyunlardan sayı bulamayınca öne çıkacak bir oyuncuya ihtiyacımız vardı. Bunun Lakovic olmasından doğal bir şey yoktur belki ama onun bu kadar kötü oynadığı bir günde diğer hiçbir oyuncumuz sorumluluk almadı. Burada bire bir oynayıp atılacak bir üçlük ile maçı koparacaktık belki ama 5 dakika boyunca bunu hiç yapamadık. Bu detay ligde çoğu maçta, hatta Euroleague'de Prokom ve Olimpija gibi zayıf ekiplere karşı canımızı sıkmaz belki ama bu tip maçlarda canımızı fazlasıyla yakabilir.

3. Ribaund Sorunu: Son 2 senedir zaman zaman çektiğimiz ribaund sıkıntısı bu maçta da baş gösterdi. Burada çoğu taraftarımız uzunlarımızı suçlamış ama geçen seneden beri söylediğimiz şeyi yine söylemek gerekiyor. Özellikle Shumpert'ın 4 oynadığı bölümlerde, uzunların da Pick'n Roll'de tepeye çıktığını düşünürsek kısalarımızın ribaund katkısı çok önemli. Unics Kazan maçında özellikle havuza düşen topları almakta sıkıntı çektik, bunlar da yine konsantrasyon ve herkesin ribaunda katkısı ile çözülebilecek şeyler.

Tüm bu sorunların üstüne Andric'in serbest atış yüzdesini de eklediğimde aklıma gelen ilk şey bu maçın geçen senenin başına ne çok benzediği oldu. Geçen senenin başında ribaundlarda inanılmaz sıkıntı çekiyorduk ve Andric odaklı eleştiriler çok fazlaydı. Burada Shipp ortaya çıkmıştı ve ribaundlara verdiği muhteşem katkıyla bu sorunumuzu çözmüştü. Yine Andric serbest atışları çok kötü attığı için acımasızca eleştiriliyordu, sonradan bunu aşıp final serisinde en gerektiği yerlerde en kritik serbest atışları da sokmuştu. Andric yazları çok iyi değerlendiriyor ve geçen seneye göre fizik olarak çok daha güçlü durumda. Kas yapısının gelişmesi muhtemelen sene başında serbest atış yüzdesini düşürüyor. Geçen senenin başında Andric'i delicesine savunmuştum ve beni haklı çıkarmıştı, bu sene de öyle olacak diye umuyorum. Elimizde bu kadar değerli bir uzun varken kıymetini bilmiyoruz bana göre.

Son olarak da biraz taraftara değineyim. Evet gündem çok yoğun, teröre kurban verdiğimiz şehitler ve Van depremi bu maçın arka planda olmasına sebep oldu. Yine bir gün önceki futbol maçından dolayı reklamı iyi yapılamadı bu maçın ama Euroleague tarihimizin ilk maçındaki 8000 taraftar sayısı beni hiç tatmin etmedi. Tezahürat ve destek konusunda tribün yine ortalamanın üstündeydi ama geçen sene kazandığımız basketbol taraftarlığı kimliğinden biraz uzaklaşmışız. Maç öncesi bazı olumsuz gelişmeler de oldu. Hakan Üstünberk bizleri hayal kırıklığına uğrattı, onu da başka bir yazıda anlatmaya çalışacağım.

27 Ekim 2011 Perşembe

Beklenen Gün Geldi | Rakip Unics Kazan

Beklenen gün sonunda geldi çattı ve geçen seneden beri çok özlediğimiz bu takıma bugün kavuşuyoruz. Bugün Euroleague'in lugatına "Abdi Ipekci Atmosphere" ve "Gala Fans" tamlamaları da gireceği gün, yani bugün de bir milat. Ne kadar heyecanlı olduğumu ve tüm sezon boyunca çok az maç kaçırmasına rağmen final serisinde salonda olamayan benim bu maçı ne kadar zamandır beklediğimi anlatmaya kelimeler yetmez. Gündem çok yoğun olduğu için ve bu maça özel olarak hazırlandığımız için bu yazıyı ancak şimdi yazabildim, o yüzden fazla vakit kaybetmeden Unics Kazan'a geçelim.


PG: Lynn Greer - Petr Samoylenko - Dmitri Golovin
SG: Henry Domercant - Terrell Lyday - Zakhar Pashutin
SF: Kelly McCarty - (Henry Domercant)
PF: Mike Wilkinson - Vladimir Veremeenko - Petr Gubanov
C:  Nathan Jawai - Aleksey Savrasenko

Görüldüğü üzere Unics Kazan'ın kadrosunda tanıdık isimler mevcut. Eski oyuncularımız Terrell Lyday ve Mike Wilkinson, ülkemizde forma giymiş Henry Domercant, Zakhar Pashutin ve Lynn Greer gibi...

Unics Kazan'ın guard rotasyonunun gayet iyi olduğunu söyleyebiliriz. Domercant, Lyday ve Greer burada en çok kullandıkları 3 oyuncu ama kısa forvet pozisyonunda McCarty'nin yedeği olmadığı için bazen Domercant'i kısa forvet olarak görebiliriz. Lynn Greer'ı zaten yakından tanıyoruz, kolay şut pozisyonu vermedikçe çekineceğimiz bir isim değil. Terrell Lyday ise bizden ayrıldıktan sonra inanılmaz bir yükselişe geçti, Eurocup'ın All Time First Team'ine girme başarısını gösterdi. Fizik olarak çok güçlü, potaya çok iyi gidebilen, kendi şutunu yaratabilen ve arkadaşlarına pozisyon hazırlayabilen bir isim. Onu muhtemelen Jamon Lucas Gordon ile savunacağız. Samoylenko ise iyi bir savunmacı ve pek potaya bakmayan bir oyuncu kurucu. Lakovic ile eşleşmelerini avantaja çevirebiliriz.

Henry Domercant bu takımın şuan en önemli skor opsiyonu olarak görülüyor. Koç Pashutin ona serbestlik tanımış ve istediği an topu kaldırıp potaya gönderebiliyor. Daha önce Domercant'e karşı defalarca oynadık ve hepsinde de onu durdurmayı başardık, bu sefer de aynısı olacaktır. Burada tek şüphem maça Ender-Lakovic ile başlarsak bu ikiliden birinin Domercant'e karşı fizik olarak sıkıntı yaşayacağı olabilir, belki ilk 5'e Jamon Lucas Gordon hamlesi burada da derdimize çare olabilir.

Kısa forvet pozisyonunda Kelly McCarty All-Around diyebileceğimiz oyunculardan. Şut atar, ribaund alır, asist yapar, savunma yapar, kısacası her şeyi yapar. Artık 36 yaşına geldiği için eski verimliliği yok belki ama yine de büyük tecrübe ve gözünüz kapalı oynatabileceğiniz bir isim. O sahada olmadığında Unics Kazan çok kısa bir takıma dönüşecek, biz de burada Shumpert'ın 4 numarada oynadığı 4 kısalı formülümüze dönebiliriz belki, bu da elimizde yine bir koz olarak duruyor.

Uzun rotasyonunda eski oyuncumuz, Galatasaray Basketbolu'nun Cemal Nalga skandalından sonra şahlanmasında başrollerden biri olan Mike Wilkinson'ı görüyoruz. Onu anlatmaya gerek yok, keşke o sene sezon sonu ameliyat olmasaydı da takımımızda kalsaydı. Biz onu 5 numarada kullandık, Kazan ise 4 numarada kullanıyor ve bana göre durdurmamız gereken oyuncuların başında geliyor. Songaila'nın rakibine üstünlük kurarak bize 1 maçta avantaj getirmesinin zamanı geldi, onun performansı çok önemli. Pivot pozisyonunda kullandıkları Nathan Jawai ve Savrasenko Avrupalı basketbolseverlerin yakından tanıdığı oyuncular. Nathan Jawai pota altında çok sert ve güçlü bir oyuncu, burada Zaza'nın yokluğunu hissetmemiz mümkün ama Furkan bu maç faul problemine girmezse ondan çıkış bekleyebiliriz. Savrasenko ise 2.15 boyu ve uzun kollarıyla pota altında oyuncularımıza set örebilecek bir oyuncu. Ama ikili oyun savunması zayıf olan bu iki uzun bizim karşımızda hep görmek istediğimiz uzun oyuncu türlerinden... Pota altı mücadelesi bu akşamki maç özelinde gerçekten çok önemli ve taraftarımızın yaratacağı bu muhteşem atmosferde Unics Kazan da sayıya giden en kolay yolun pota altı olduğunu biliyor. Burada savunmada bir sıkıntı yaşamazsak hücum tarafında da biz yine Pick'n Roll üzerinden bol bol sayı bulacağız, umarım Tutku'nun da bol süre aldığı bir maç olur diyerek ufak bir dilekte bulunayım.

Toparlamak gerekirse gerçekten çok önemli bir maça çıkıyoruz. Euroleague'in gediklisi ve F4 adaylarından Barcelona ile Siena'yı bir kenara koyduğumuz bu gruptaki en büyük rakibimiz Unics Kazan ve dolayısıyla bu maça hedef maç gözüyle bakabiliriz. Bu maçı kazanmak demek grup 3.lüğü için çok büyük bir adım atmak demek, daha da önemlisi Abdi İpekçi'de maç kazanmanın çok zor olacağını tüm Avrupa'ya duyurmak demek. İlkler çok önemlidir diyoruz ve bu sene çok ilk yaşadık. Bu maç da evimizde oynayacağımız ilk Euroleague maçı olduğu için bir ilk olacak, sonuç ne olursa olsun hiç unutmayacağımız ve bu güzel takımı desteklediğimiz için salondan mutlu ayrıldığımız bir maç olacak. Geçen sene Unics Kazan yine Abdi İpekçi'ye gelmişti ve 2500 kişi önünde maçı kazanıp dönmüşlerdi. Onlar yine öyle bir atmosfer bekliyorlardır ama karşılarında ne göreceklerinden henüz haberleri yok.

Muhteşem taraftarın yine yanında !

24 Ekim 2011 Pazartesi

Euroleague 1. Hafta | D Grubu Genel Görünümü

Asseco Prokom 72-76 Galatasaray MP


Bu maç ile ilgili ayrıntılı yazıyı şurada yazmıştım.

Unics Kazan 71-79 Montepaschi Siena


Grubumuzun bizi yakındıran ilgilendiren maçında Siena ilk devre bir ara 10 sayı geriye düştüğü maçta Kazan'ı yenmeyi başardı. Ribauntlardaki üstünlüğünü skora yansıtamayan Kazan'ın hücumda sadece Domercant'e endeksli kalması mağlubiyetin baş unsuruydu.

Unics Kazan kağıt üzerinde baktığımızda iyi bir kadroya sahip. Lyday, Greer, Domercant, McCarthy gibi iyi kısalara ve Mike Wilkinson, Jawai, Savrasenko gibi uzunlara sahipler. Tecrübeli bir takım oldukları için sadece içeride değil de deplasmanda da galibiyet alabilirler. Zaten Barcelona, Siena ve biz ile birlikte gruptan çıkan 4 takımdan biri olmalarını bekliyorum.

Siena ise her zamanki sistem takımı olma bilinciyle yoluna devam ediyor. Geçen seneye nazaran David Andersen gibi bir uzunu da kadrolarına kattıklarını düşünürsek bu iyi takımın Top 8 hatta F4 adaylarından biri olduğunu söylemek hiç de zor değil.

Union Olimpija 64-86 Regal Barcelona


Haftanın rahat geçmesi beklenen maçlarından birinde Barcelona 22 sayılık farkla rahat bir galibiyete ulaştı. Her istatistikte rakibine üstünlük kuran Barcelona'nın galibiyeti de normal sonuçtu zaten.

Olimpija genç ve yetenekli oyunculardan kurulu ve bu oyunculara bol bol şans veren bir takım. Tabi bunu yaparken diğer yandan sonuca gitmek de kolay olmuyor. Varda, Markota ve Danny Green gibi iyi oyuncuları var ama gruptan çıkmaları biraz sürpriz olur. Danny Green'in üzerinden gözümüzü ayırmamamız lazım,  önümüzdeki maçlarda inanılmaz performanslara imza atabilir.

Barcelona ise CSKA ile birlikte şuan en iyi kadroya sahip olan takım desek yanlış olmaz. Chuck Eidson ve Marcelinho Huertas ise geçen seneki bu oturmuş ve birbirini çok iyi tanıyan kadroya nokta transfer olmuş diyebiliriz. Zorlanmadan grubu 1. bitirirler, F4'e kalırlar diye düşünüyorum.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Euroleague 1. Hafta | C Grubu Genel Görünümü

Emporio Armani Milano 89-82 Maccabi Tel Aviv

Haftanın en çekişmeli geçmesi beklenen maçında gülen taraf Armani Milano oldu. Açıkçası son lig maçında pek iyi sinyaller vermeyen Milano'nun oturmuş kadrosu ve sistemi olan Maccabi'yi yenmesi çoğumuzu şaşırttı.

Milano'da Malik Hairston ve Danilo Gallinari ikilisi müthiş performanslarıyla takımı taşırken, Milano Fotsis ve Drew Nicholas gibi oyunculardan istedikleri katkıyı alamamasına rağmen kazandı, en önemli nokta da bu olsa gerek. Kağıt üzerinde hiç de fena bir kadrosu olmayan Milano Maccabi'yi yenerek de en zor grup olan C Grubu'nda çıkmak için büyük avantaj sağladı.

Maccabi ise geçen seneki kadrosundan sadece Chuck Eidson ve Jeremy Pargo'yu kaybetmesine ve onların yerine de Papaloukas ile Farmar'ı almasına rağmen ilk maçta hayal kırıklığı yarattı. Yine de David Blatt ve sistemi sayesinde Maccabi'nin gruptan rahatça çıkacağını söyleyebiliriz. Tabi bu maçta oynamayan yeni transfer, müthiş skorer Keith Langford'u da unutmayalım. Kısacası bu yenilgiye rağmen Maccabi hala F4'ün en ciddi adaylarından biri...


Spirou Charleroi 76-100 Real Madrid

Haftanın en rahat geçen maçında Real Madrid Belçika deplasmanında 100 sayı atarak galibiyete ulaştı.

Llull, R.Fernandez, Carroll, Suarez, Pocius gibi kısalara sahip olan Real Madrid'de bu 5 oyuncudan her maç 3'ü iyi performans sergilese herkesi yenebilecek durumdalar. Pota altında da Reyes, Mirotic, Tomic, Begic gibi isimlere sahipler. Onlar da bu ölüm grubundan rahatlıkla çıkacaklar gözüküyorlar ama önlerindeki 2 maç yerlerini belirlemede bize fikir verecek. Rudy kadrolarında olduğu sürece grup liderliği ve F4 şansları sürüyor.

Demond Mallet'in müthiş oynadığı bir günde bile fark yemekten kurtulamayan Spirou içinse bu grubun tek iyi yanı bu kadar güçlü takımlarla maç oynayabilme tecrübesi olacak sanırım.


Partizan 73-84 Anadolu Efes

Avrupa'nın en zor deplasmanlarından birine konuk olan Anadolu Efes geçen seneden sonra bu sene de burada galibiyetle dönmeyi başardı. İlk yarıda dengede giden maçı koparan olaylar Pekovic'in 3. periyotta 4 faul alarak kenara gelmesi ve buna bağlı olarak Partizan'ın bu periyotta sayı üretememesi oldu.

Partizan bu sene de önceki senelere benzer şekilde yine Pekovic + Acie Law'ın yanına genç oyuncuların adapte edildiği bir takım olmuş. Bu grupta belki bir şansları olabilir diyorduk ama şu görüntüleriyle evlerinde de Spirou hariç yenebilecekleri takım yok gibi gözüküyor. Yine de oyuncu fabrikası Partizan'a saygı tabiki, bu takımın maçı her zaman izlenir.

Efes ise 2. yarıdaki çok iyi savunmasıyla bu zorlu deplasmandan galibiyetle dönerek olası bir kötü senaryoyu engelledi diyebiliriz. Onlar açısından umut veren şey çok ama pota altında Pekovic faul problemine girmese durum ne olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Ermal'in 10+ süre aldığı bir Euroleague takımı için F4'ün favorisi demek de biraz güç oluyor haliyle...

Euroleague 1. Hafta | B Grubu Genel Görünümü

Zalgris Kaunas 74-87 CSKA Moskova

Bu sene yola rüya takım etiketiyle çıkan ve çoğu basketbolsevere göre Sinan Erdem'deki yerini şimdiden ayırtan CSKA Moskova Euroleague'in açılış maçında beklendiği gibi üstün bir performansla Zalgris engelini geçmeyi başardı.

CSKA'da Kirilenko 17 sayı 15 ribaund 5 asist 4 blok gibi inanılmaz bir istatistiğe imza attı. Ona Teodosic ve Shved de eşlik edince; Siskauskas, Krstic, Kaun, Jamont Gordon, Vorontsevich, Khryapa gibi oyuncuların kötü oynadığı, Mejia ve Ponkrashov'un ise hiç oynamadığı bir maçta bile rahat bir galibiyet aldılar. Bir önceki cümle onların ne kadar güçlü ve potansiyelli bir takım olduklarını anlatmaya yetiyor zaten.

Zalgris ise rakip CSKA bile olsa beklenen görüntüsünden uzaktı. Özellikle Ty Lawson, pozisyonuna göre inanılmaz uzun ve sizelı oyunculardan CSKA savunmasını aşmayı başaramadı. Sonny Weems zaman zaman parlasa da çok etkili değildi, yine Litvanya Milli Takımı'nın 3 önemli oyuncusu Kalnietis, Jankunas ve Javtokas'tan hiç katkı alamadılar. Onların da zamana ihtiyacı var gibi gözüküyor. Zaten takım oturduğunda bu kadro kalitesi ile 3.lük için pek zorlanmayacaklardır.

Panathinaikos 98-77 Unicaja Malaga

Unicaja Malaga'nın 10 kişilik kadrosuyla geldi ve yenilgiyi baştan kabul etmiş gibi gözüktüğü maçta Panathinaikos rahat bir galibiyet aldı. Malaga'nın sadece 8 asistte kalması iki takım arasındaki en önemli farktı.

Panathinaikos da Olympiakos kadar olmasa da Yunanistan'daki krizden etkilendi ve Fotsis ile Drew Nicholas'ı göndermek zorunda kaldı. Yerlerine ise maliyetleri düşük Steven Smith ve David Logan'ı eklediler. Pana'nın en büyük özelliği olan takım olmak ve oyunculardan maksimum verimi almak çabasıyla birlikte, bu Galatasaray'ın da en büyük özelliği, geçen sene kaldıkları yerden devam ettiklerini söyleyebiliriz. Burada şüphesiz takımın kenardaki lideri Obradovic ve saha içindeki lideri Diamantidis'in payı çok büyük.

Malaga ise çok garip bir takım hüviyetinde. Hücum yönünde Rowland, Freeland, Garbajosa ve Pana maçında oynamayan eski dost Gerald Fitch gibi iyi silahları var ama aynı şeyi savunmaları için söylemek güç. Brose Baskets ile 4.lük mücadelesi yapacaklar muhtemelen.

Brose Baskets 96-65 KK Zagreb

Grubun en zayıf 2 takımının maçında Brose Baskets maçı 31 sayı farkla kazanarak büyük bir sürprize imza attı. Elbette Brose Baskets'in kazanabileceği bir maçtı ama Damir Mulaomerovic, Mario Kasun, Krunoslav Simon, Sean May, Sasa Ozbolt gibi oyunculara sahip Zagreb'e bu kadar fark atmalarını kimse beklemiyordu.

Brose Baskets'te Casey Jacobsen yine keskin nişancılık görevine devam ediyor. Jacobsen dışında skorer guard Anthony Tucker ve yakından tanıdığımız Marcus Slaughter da yine takip etmemiz gereken oyuncular. Bu maçta genç Alman uzun Tibor Pleiss ise az süre aldı, onun nedenini tam bilemiyorum.

Zagreb için kabus gibi geçen maçta ayakta kalan oyuncular Simon, Kasun ve May oldu. Zaten bu 3 oyuncu da 30 dakikanın üstünde süre aldı. Euroleague'in iyi rol adamlarından Sasa Ozbolt'un ise hiç katkı verememesi onlar için sorgulanması gereken noktaların başında geliyor. Tüm bu olumsuz gelişmelerin yanında 17 yaşındaki müthiş yetenek Dario Saric'in 10 dakika süre alması ve 6 ribaund çekmesi ise bu maçın şüphesiz en güzel anıydı.

Euroleague 1. Hafta | A Grubu Genel Görünümü

Fenerbahçe Ülker 66-69 Caja Laboral

A Grubu'nun liderliğini belirlemede önemli etken olacak maçta Caja Laboral 69-66'lık skorla evine galibiyetle döndü. Maçla ilgili şüphesiz en önemli istatistik Fb Ülker'in maç boyunca sadece 5 asist yapabilmesiydi. Göze çarpan diğer bir nokta ise Caja Laboral'in 3 uzunu Teletovic, Bjelica ve Seraphin'in 69 sayının tam 45'ini kaydetmiş olmalarıydı. En güvendikleri isim Emir Preldzic de kötü gününde olunca en az kendileri kadar sıkıntılı ve oturmamış bir takım olan Caja Laboral'e evlerinde kaybettiler.

Fb Ülker kuşkusuz geçen sene önde Ömer, Kinsey ve Tomas ile başlayan savunma sertliğini çok arıyor ve bunlara pota altında Mirsad'ın eksikliği de eklenince şuan sürpriz yenilgiler alabilecek gibi duruyorlar. Burada en büyük şansları ise en kolay grupta olmaları ve Olympiakos'un eski gücünde olmaması.

Caja Laboral ise ilginç bir takım olmuş. Teletovic geçen seneye göre efektif oynuyor. Prigioni zaten bu takımı en iyi yönetecek guardlardan biri. Seraphin ve Reggie Williams da oyunlarına çeşitlilik katıyor ama San Emeterio'nun eski çizgisinde olduğunu söylemek güç. San Emeterio'nun performansına ve lokavtın durumuna göre onların da yol haritaları belli olacaktır.

Bennet Cantu 80-69 SLUC Nancy

Grubun en zayıf 2 takımı diyebileceğimiz takımların karşılaşmasında gülen taraf Cantu oldu. Ribaundlarda kurduğu üstünlüğe ve 8 top daha fazla kullanma avantajını rağmen, top kayıpları ve serbest atış çizgisindeki %50 isabeti Nancy'nin maçı kaybetmesindeki en büyük etkenlerdi.

Cantu artık tecrübeli yerine "yaşlı" diyebileceğimiz Basile ve Marconato'nun yanındaki 2 Gürcü oyuncu ile birlikte ilginç bir takım olarak göze çarpıyor. Evlerindeki maçlarda diğer rakiplerine karşı da sürpriz yapmaya uğraşacaklardır ama şu galibiyet bile onları fazlasıyla mutlu etmiştir.

Nancy ise Batum transferi ile gündeme gelen bir takım olmuştu. Batum bu maçta hiç çıkmadan 40 dakika oynadı ve kötü şut yüzdesine rağmen ribaund ve asist hanelerini doldurarak takımına iyi katkı yaptı. Takımın diğer etkili oyuncusu ise Nijeryalı pivot Akin Akingbala'ydı, onu da önümüzdeki maçlarda yakından takip etmek gerek.

Bilbao Basket 76-61 Olympiakos

Haftanın en keyifli maçlarından biri olan maçta, Bilbao Euroleague tarihinin ilk maçında Olympiakos'u 15 sayı farkla yendi. Keyifli olmasının sebebi hiç kuşkusuz Bilbao Arena'nın muhteşem bir salon olması ve salondaki basketbol ortamıydı. Maçı anlatan ikili İsmail Şenol ve Caner Eler olunca da keyfimiz tavan noktasına ulaştı diyebiliriz.

Bilbao gerçekten mütevazi ama her takımla mücadele edebilecek bir kadro kurmuş. Aaron Jackson, Marko Banic, D'or Fischer'ın sürüklediği, Vasilaidis, Mumbru, Grimau gibi tecrübeli oyuncuların da katkısıyla hiç de fena bir takım değiller ve oynadıkları basketbol keyif veriyor. Bilbao şu görüntüsüyle evinde çok zor maç kaybeder, grubu da ilk 3 içinde rahatça bitirir.

Olympiakos ise gerçekten pek iyi durumda değil. Yıllarca yapılan inanılmaz yatırımlardan sonra belki de böylesi daha iyi ama şu durumlarıyla gruptan çıkarlar, Top 16'da ise elenirler gibi duruyor. Ama izlemesi heyecan verecek genç oyuncuları var, onlara dikkat etmek lazım.