22 Ocak 2013 Salı

Nereden Geliyor Bu Oktay Mahmuti Sevgisi?

Son 2 sene içinde, başlıktaki soruyu sanırım yüzlerce defa duymuşumdur. Bu sorunun cevabını sezonun ortasındayken ve işlerin yeteri kadar kızışmadığı, insanların birbirini daha az kıracağı şu zaman diliminde vermek en doğrusu olur.

Aslında bu yazı, Oktay Mahmuti ve Ergin Ataman kıyaslaması üzerine olacaktı ama son zamanlarda (iyi niyetli olsun, art niyetli olsun) ne zaman bu tarz bir şey yazsam, kutuplaşmalar olması ve sevdiğim insanlardan hoşuma gitmeyecek sözler işitmem nedeniyle, bu yazının daha çok Oktay Mahmuti sevgisi üzerine olmalı diye düşündüm.

Benim için yolun başına dönersek; bir insan basketbolu izleyip, ondan keyif almaya başlayınca ve işin biraz daha teknik-taktik kısmına yönelince, kendine uygun bir basketbol tarzını benimseye başlıyor. Sırasıyla Avrupa'da bu basketbolu oynatan koçların ve onların takımları inceleniyor, maç izledikçe kafanızda kendi düşünceleriniz oluşmaya başlıyor. Bunları yapma sıklığınıza göre de zamanla her şey hakkında yorum yapabilecek, başkalarının düşüncelerine ihtiyaç duymadan kendi fikrinizi söyleyebilecek konuma geliyorsunuz.

Kendi özelimde ilk aşamaya dönecek olursam, Obradovic ve Blatt'ın oynattığı basketbola hayran kalan biri olarak Oktay Mahmuti'nin basketbol anlayışına ısınmam zor olmadı. Her şeyin temelinde takım düzeninin olduğu, düşük kapasiteli oyunculardan bile yüksek verim alındığı bu savunmaya dayalı sistemler, rakipleri olan düzensiz basketbol veya run and gun denilen hızlı hücuma dayalı sistemlere karşı üstünlüğünü kabul ettirmişti. Bu sistemlerle 3-4 kat büyük bütçeli takımlarla başa çıkmak hayal değildi, zira iliklerimize kadar işleyen "son topa kadar" felsefesi aslında Oktay Mahmuti'nin değil, bu sistemin disiplininden gelen bir mottoydu. Oktay Mahmuti bu akımı en iyi temsil eden Türk koç olarak, düşük profilli oyunculardan kurulu takımıyla harika işler yaparak benim ve benim gibi birçok insanın sevgisini kazandı.

Her insan eleştirilebilir ve doğru eleştirilere de sonuna kadar saygı gösterilir. Ancak yollar ayrıldıktan sonra, işin doğrusunu bilmeden yapılan Ünal Özüak tarzındaki eleştirilerle bu adama hak ettiği saygının gösterilmemesi çok can sıkıcı bir durum.

İlk olarak sezon ortasında yapılan transferlere değinmek gerekirse; "Savovic kim, Macvan kim?" eleştirisine katılmayan olmaz ama bu eleştiriyi yapmadan önce o zamanki yöneticilerin kafa yapısını da hesaba katmak gerekir. Bir sonraki sene bonservislere toplam 1.5 milyon dolar ödeyip, 3 senelik yüklü kontratların altına imza atan yöneticiler, bir önceki sene Savovic'in bonservisine verilen 100 bin doları kulüp içinde gündem maddesi yapmıştı. Bu sorun olmasa bile "Mahmuti hep düşük profilli oyuncularla çalışır" diyenler içinse, Mahmuti'nin geçen sene başında Ersan İlyasova ve Nikola Pekovic'i istediğini, bu sene de Jordan Farmar'la çalıştığını belirtmekte fayda var.

Öte yandan, şimdiki yardımcı antrenörümüz Yağızer Uluğ'un yarı final serisi 2. maçında Ergin Ataman'a verdiği savunma tavsiyesine kadar ligi domine eden ve o tavsiye olmasa namağlup şampiyon olması yüksek ihtimal olan takımın Beşiktaş'a elenmesiyle istenilen ortam oluştu. Oktay Hoca'nın o hamleye karşılık veremediği doğru bir eleştiri olsa da, burada koçun  böyle savunmaları çözmesi için aldığı 2 oyuncu olan Lakovic ve Songaila'nın hayal kırıklığı olması bazılarına göre onun talihsizliği, bazılarına göreyse yanlış oyuncu seçimiydi.

Sporseverliğini duygularıyla birleştiren benim gibi -tabiri caizse- romantik taraftarlar için Oktay Mahmuti gibi adamlar özeldir ve bu adamlar kolay kolay gelmezler. Her branşta altyapımızdan yetiştirdiğimiz sporcuları görmek isteyen ve onları ayrı bir yerde tutan, günlük başarıları istemeyip kolay kolay sarsılmayacak sağlam bir yapıya sahip olmayı bekleyen benim gibi insanlar için bulunmaz bir nimetti. Geldiği gün verdiği tüm sözleri tuttu. Göksenin gibi bir basketbolcuyu Türk basketboluna sıfırdan kazandırdı, Furkan'ı Krstic'in karşısına koymaktan hiç çekinmedi, Galatasaray'ın parasını boşa harcamadı, 10 yıl boyunca ligi domine etmek için ligin en potansiyelli yerlilerine teklifler götürdü, en önemlisi de Galatasaray taraftarının yüzünü basketbola döndürdü, kaybettiğinde üzülmeyi hak eden bir takım yarattı.

Hal böyleyken, benim gibi düşünen taraftarlar için Oktay Mahmuti en iyi koçtur, başkaları içinse böyle olmayabilir. Bu gayet doğal bir durumken, sene başından beri taraftarları kutuplaştıran şey ise Oktay Mahmuti'ye ve bu şubeye verdiği emeklere saygısızlık yapılması oldu. Yönetimin küfür yalanı ve ısmarlama haber yaptırması şu yönetimden beklenen bir durum ama basketbolda doğduğundan beri hiç bu kadar heyecan yaşamamış, ya da Oktay Mahmuti'nin yarattığı sinerji sayesinde hayatında ilk kez salona gelmiş taraftarların buna inanması ve gerek bunun üzerinden, gerekse iki koçu kıyaslarken sadece son sene oluşan tabloyu baz alıp saygısızlık yapması bu noktaya gelmemizi sağladı.

Bambaşka 2 yolu seçmiş ve basketbol anlayışı olarak birbirlerinden ayrılan 2 koçtan hangisinin iyi olduğunu herkes tartışabilir. Bunun gerçek cevabını ise ancak 2 koç da antrenörlük kariyerlerini sonlandırdığında, geride bıraktıklarına bakarak alabiliriz.

Futboldaki altın çağımızı daha küçük bir çocuk olduğu için ancak evinden takip eden bana, hayatımda en mutlu olduğum anları yaşattırdığı ve her seferinde bu mutluluğun üzerine yeni bir şeyler inşa ettiği için Oktay Mahmuti benim için çok özel bir adamdır ve benim Galatasaray Basketbol Şubesi'nde yıllardır yapılmasını istediğim şeyleri 2 sene gibi kısa bir sürede yaptığı için benim efsanelerim arasına çoktan girmiştir.

Yollarımız bir daha kesişir mi kesişmez mi bilinmez ama benim Oktay Mahmuti sevgim işte buradan geliyor...

30 Aralık 2012 Pazar

Ekrem Memnun ve Sarayın Sultanları

2000'li yıllara kadar Türk sporunun en başarılı takımını düşünün, şimdi ise bu takım 13 senedir şampiyonluğa hasret...

Küme düşme süreci ve yeniden yapılanmadan sonra Galatasaray yönetiminin bu sporda başarıyı sağlamak için başvurduğu yöntem hep aynı oldu. Cem Akdağ'lı dönemi kenarda bırakırsak, sonraki senelerde hep WNBA'in en büyük yıldızları birer ikişer kadroya katıldı, bu yabancıların takımı şampiyonluğa götürmesi beklendi.

2008-2009 -> Seimone Augustus, Vickie Johnson, Sophia Young, Marina Kress.
2009-2010 -> Katie Douglas, Tamika Catchings, Sophia Young, Yelena Leuchanka.
2010-2011 -> Doneeka Hodges, Seimone Augustus, Tamika Catchings, Sylvia Fowles.
2011-2012 -> Epiphanny Prince, Diana Taurasi, Alba Torrens, Tina Charles, Sylvia Fowles.

Taj McWilliams, Jia Perkins, Monique Currie, Ticha Penicheiro gibi kısa dönemli yabancıları yazmaya gerek duymadım. Görüldüğü üzere kadın basketbolunun en iyi isimleri bu formayı giydi ama o şampiyonluk bir türlü gelmedi. Topu yabancılara bırakıp Türk oyuncuları kenara atan sistemlerle Fenerbahçe'yi yenemiyorduk. Yabancılarda hemen hemen her sezon daha üstündük ama farkı yaratan faktör hep Türk oyuncular, Birsel-Esmeral-Nevriye üçlüsü, oluyordu.

Artık bu sistemle şampiyon olunamayacağını anladığımızda Ekrem Memnun tercihi çok mantıklı geliyordu. Ekrem Memnun, taşı sıkıp suyunu çıkaran, elindeki kadrodan maksimum verim almaya çalışan antrenör jenerasyonunun bir parçası olarak, savunmanın en önemli unsur olduğu doğru basketbolu oynatmaya çalışacaktı ve bu sistemle Fenerbahçe'yi geçebilmek mümkün gözüküyordu, zira diğer çözümle uzun yıllar sonuca gidilememişti.

Ama ne var ki, yıllardır iyi kadro-kötü sistem birlikteliği bu sefer yerini iyi sistem-kötü kadro birlikteliğine bıraktı.

PG: Lindsay Whalen / Özge Yavaş
SG: Işıl Alben / Yasemen Saylar
SF: Şaziye İvegin / Şebnem Kimyacıoğlu / Alba Torrens (?)
PF: Sancho Lyttle / Bahar Çağlar
C: Sylvia Fowles / Ann Wauters / Nevriye Yılmaz (?)

Kadro analizi için basketboldan fazla anlamaya da gerek yok. Pota altında 2 Milli ismi bir araya getirmişken, yanına dünyanın en iyi pivotunu ve Avrupalı kontenjanından 2 iyi yabancıyı koymak bayağı lüks bir iş oluyor. Hele ki tek rakibinin 2-3 pozisyonundaki Cappie-Angel ikilisine Işıl-Şaziye ikilisiyle cevap veriyorsan...

Alba'nın nasıl döneceği belli değilken, Wauters gönderilip yerine Seimone ya da Tamika gibi bir oyuncu alınsa çok daha homojen ve Ekrem Hoca'nın kafasındaki sisteme yatkın bir takım oluşturulabilirdi. Işıl'a sonunda gerekli özgüveni aşılayabilmiş bir koçla birlikte ondan bu kadar verim alırken, altyapımızdan çıkan  Yasemen'e çekinmeden süre verdiğimiz şu güzel sistemde, şöyle defolu bir kadroya sahip olmak gerçekten insanı üzüyor.

Erkek takımında 1.5 milyon doları sadece bonservise verirken, Ann Wauters'ı ona ödemek istemediğimiz tazminattan dolayı gönderememek de gerçekten sorgulanacak bir düşünce yapısı...

Gel gelelim; 3 senedir ilk defa Fenerbahçe'ye karşı kağıt üzerinde favori olmayan bir takıma sahip olmamıza rağmen, bu takım sahadaki karakteri ve mücadelesiyle hepimizi memnun ediyor. "Bunca zamandır neredeydin?" diye sormak istediğim bir koç ve onun oyun sistemi, kadroya gerekli takviye yapılırsa şampiyonluk için bana umut veriyor.

O hamle yapılmayacak olsa bile, bu takım geçen seneden farklı olarak kaybederken üzülmeyi hak ediyor ve desteği sonuna kadar hak ediyor. Son olarak kendi düşüncem; keşke Nevriye transferi yapılmayıp şu takımın sempatisi bozulmasaydı.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Galatasaray Medical Park 2012-2013

Yeni sezona dair, saha içinden çok saha dışına dair yazılacak pek çok şey var aslında ama elimden geldiğince bu toplara girmeyip kendi gözümden takımı eksileriyle artılarıyla yazmaya çalıştım. Umarım bizleri mutlu edecek bir sezon olur diyerek konuya girelim.


Yeni Yapılanma ve Transferler


Ergin Ataman'ın en önemli özelliği her zaman iyi yabancı seçimleri yapması ve egosu yüksek oyuncuları kullanabilmesi olmuştur. Sadece başarılı geçen son sezonunda değil, 2003-2006 arasında Ülker'e M.Booker, J.Blair, Naumoski, Praskevicius, Stombergas, Zukauskas, Trepagnier ve Haislip'i, 2007-2008'de Beşiktaş'a Dalmau, Apodoca, Nicevic, Drobjnak ve Shumpert'ı getirerek transferde iyi iş çıkarmıştı. 2010-2011'de Burak Bıyıktay'dan devraldığı yabancılar Iverson, Ignerski, Ogilvy, Likholitov'un üstüne Kemp'i getirirken 2011-2012'de de Deron Williams, Arroyo, Hawkins, Kemp, Morrison, Erceg ve Bonsu Ergin Ataman'ın yabancılarıydı. Görüldüğü üzere Ergin Ataman her zaman alabileceği en yetenekli ve en kariyerli oyuncuları tercih eden bir koç. Bu noktada oyuncuların bazı zayıf noktalarının ya da sakatlık-mental problemlerinin olması onu ilgilendirmiyor; zira Kemp'in ve pozisyonunda Erceg'in Avrupa'daki en iyi şutörlerden biri, Hawkins'in en iyi savunmacı, Bonsu'nun en atletik uzun, Morrison'ın 3. sıradan draft edilecek kadar skorer ve Arroyo'nun en yetenekli point guard olması onun için yeterli.

Yabancı transferi konusunda harcadığımız paraların hesabını düşünmezsek, Ergin Ataman yine yapabileceği en iyi transferleri yaptı. Jamont Gordon, Henry Domercant, David Hawkins, Milan Macvan ve Boniface N'dong transferleri pozisyonel olarak bakıldığında da yabancı kontenjanı sorunu olmayan Eurocup'ta uzun süreler sahada beraber yer alacak bir takım olarak gözüküyor. Lig içinse Türk oyuncuları ne şekilde kullanacağı ve yapacağı rotasyon belirleyici olacak. Çünkü geçen sene Beşiktaş'ta yaptığı 7-8 oyunculu rotasyonu uygulamasının imkanı dahi yok, bambaşka bir sistem, Ergin Ataman için yeni bir sınav...


Takım Kadrosu


  • PG | Engin Atsür / Jamont Gordon /Ender Arslan

Jamon Gordon'ın Efes Pilsen'e geçmesi pek beklenen bir gelişme değildi. Bunun üzerine Tutku'yu da kadroda düşünmeyince, elimizde kalan tek guard kontratı yüzünden zaten istesek de gönderemeyeceğimiz Ender kalmıştı. 

Engin Atsür'ü her daim çok beğendiğim için transferine çok sevinmiştim. Üstüste 2 talihsiz sakatlık yaşamasa şu an Milli Takım için akla gelen ilk guard olurdu. Bir guarddan istenen her şeyi yapabilecek yetenekte bir oyuncu, çok düzgün bir karakterinin olması da -akla geçen sene Spahija ile yaşadığı olay geliyor- onu özel yapan etkenlerden biri.

Son olarak yabancı guard tercihimizi Jamont Gordon'dan yana kullandık. O da geçen seneden beri CSKA'da fazla süre bulamadığı için  kendi değerinin altına düşmüş ve ikna edilebilecek iyi bir oyuncuydu. Aslında burada geçen sene Ergin Ataman'ın takımının şutör özelliği ve o sistemde çok başarılı olan Arroyo'yu düşündüğümüzde bambaşka bir oyuncu Gordon, bu nedenle sıkıntılar yaşaması da muhtemel.

Bu üçlüyü yanyana koyduğumuzda en derin guard rotasyonunun Galatasaray'da olduğunu söylemeye gerek bile kalmıyor ama sahada alınan verim oranıyla zayıf karınlarımızdan birisi burası olabilir. Rixos Cup'ta görüldü ki Ergin Ataman Beşiktaş'taki 3 saniyede şutun atıldığı çılgın oyun tarzından ziyade biraz daha sistemli ve geçen seneki Galatasaray'ın oyun karakterine yakın bir takım yaratmaya çalışıyor. Jamont Gordon ise aksine yarı saha basketbolunda en önemli silahı olan potaya güçlü penetrelerini gerçekleştiremiyor. Oyun aklı olarak rakip guardların gerisinde, üzerine istikrarsız dış şutlarını ve zaman zaman yanlış tercihler yapabildiğini de eklersek topu ondan çevirmek hücumumuza ciddi darbe vurabilir.

Ligde hali hazırda olan yabancı kontenjanı yüzünden 2 Türk sahada olmak zorunda ve Domercant-Hawkins ikilisini benchten getirmeyeceğimizi düşünürsek ilk 5'e Engin'i monte etmek daha dengeli bir ilk 5 yaratacak. Jamont Gordon ise benchten gelerek takımı biraz daha koşturabilir, 2 numarada oynadığı dakikalarda Engin ve Cenk'e boş dış atışlar hazırlayabilir.

Savunma konusunda Jamont Gordon iyi motive edildiğinde atletizmi ve gücü sayesinde herkesi savunabildiği için Hawkins'le birlikte sahada oldukları dakikalarda yaptıkları baskı öldürücü oluyor. Oyunda olduğunda Göksenin'in de guardlara çılgın bir baskı yapacağını ve Engin-Ender ikilisinin de ortalamanın üstünde savunmacılar olduğunu düşünürsek, savunma da iyi yapabileceğimiz şeylerden biri olarak gözüküyor.

Toparlarsak; Engin'in performansı bizim için gerçekten çok önemli. Jamont Gordon'dan Rixos Cup'ta faydalandığımızın dışında, onun harika yaptığı şeyleri ön plana çıkaracak bir şeyler gerekiyor. Ender ise her zamanki gibi: "hücum süresinin dolmasına 5 saniye kaldı, top Ender'de..."

  • SG | Henry Domercant / Göksenin Köksal
Geçen sene tutmadığını söyleyebileceğimiz Jaka Lakovic transferinden sonra, bu pozisyona vereceği katkıyı bildiğimiz ve Türkiye'yi iyi tanıyan Henry Domercant transferiyle geçtik. 

Unics Kazan'ın geçen yılki "peri masalı" sezonunda fark yaratan isim olarak buraya alınabilecek en iyi oyunculardan biriydi Domercant. Hücumda her türlü skor bulur, birebir oynayabilir, çizgiye gitmeyi iyi bilir ve -hatırlayacağımız gibi- maç toplarında eli titremez. Bunun yanında ortalama bir savunmacıdır, Hawkins gibi pozisyonuna göre sizelı bir oyuncu olması savunmadaki avantajlarımızdan biri olacak.

Göksenin guardlara yaptığı baskıyla çok kullanışlı bir oyuncu olabilir ama hücumda hala çok fazla tercih hatası yapıyor. Şutu hala riske edilebilecek düzeyde ve top hakimiyeti zayıf. Hücumda eksik yönlerinin üzerine gittiği takdirde fazla süre almasının beklenmediği şu kadroda sürpriz oyuncu olabilir. Geçen seneden beri gelişimini düşündüğümde ise bu ihtimal bana bana pek gerçekçi gelmiyor. Nitekim Jamont Gordon'ın da buradan alacağı süreler var ve Göksenin bu rotasyonda süre alabilmesi için hücumuna bir şeyler katmak zorunda.

Henry Domercant'in lider karakteriyle birlikte Göksenin ve Jamont'un HD'nin backupı olmasıyla burayı gayet iyi geçiyoruz.

  • SF | David Hawkins / Cenk Akyol
Elinizde David Hawkins gibi bir oyuncu varsa o pozisyonu dert etmenize gerek yok. Onu yedekleyecek oyuncunun kim olacağı da önemli değil aslında, zira 40 dakika sahada kalabildiğine çok şahit olduk ama kısa da olsa buraya da bir şeyler yazalım.

Beşiktaş'a gelmeden önce müthiş bir savunmacı ve hücumda fiziğini iyi kullanan bir oyuncu olan David Hawkins, 30 yaşında olmasına rağmen geçen sene hücumda inanılmaz bir gelişim göstererek Avrupa'nın en iyi şutörleri arasına girdi. Bunun üzerine kazanma hırsı, liderlik özelliği ve sahaya koyduğu karakteri de ekleyince geçen sene ligimizin MVP'siydi. Bu sene de ondan benzer bir performans göreceğiz, Cenk'in vereceği katkıya göre de önemli maçlarda 30-35 dakika sahada kalacaktır zaten.

Cenk ise önüne gelen son fırsatı iyi değerlendirmeli. Doğuştan şanslı oyuncular vardır, Cenk Akyol da bu sınıfın başını çekiyor ama artık hayal kırıklığının ötesine geçmesi gerekiyor. Yapması gereken şeyler basit; iyi savunma ve hücumda doğru tercihlerle arkadaşlarının yaratacağı pozisyonlarda cezayı kesmek.

Not: Sene içinde iki insan azmanı David Hawkins ve Romain Sato'nun eşleşmesini çok merak ediyorum.

  • PF | Ersin Dağlı / Milan Macvan
Bu yazı 1 ay önce yazılmış olsa "ligin tartışmasız en iyi 4 numara rotasyonu" derdim ama malum olay sayesinde burada elimiz zayıfladı. Açmak gerekirse, Macvan'ın ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu ve Ersin'in geçen seneki katkısını tartışmaya gerek yok ama şimdi ikisinden de istikrarlı performans beklemek zorundayız. Özellikle yabancı kontenjanı nedeniyle lig için Ersin'in performansı çok kritik, o iyi olmazsa Ndong'un parkede kalma süresi çok azalacak.

Macvan bu yıl transferine en sevindiğim oyuncuydu. Hemen hemen her yere gidebilecekken niye bizi tercih ettiği konusunda hala düşünmekteyim ama bir yandan da keyfini çıkarmak gerek. Avrupa'nın en iyi ve en komple 4 numaralarından biri artık Galatasaray'da. "Geçen sene Macvan kadromuzda olsaydı ne olurdu?" diye sormaktan da alıkoyamıyorum kendimi.

Kısa pozisyonlarında rakiplerimizle boy ölçüşebilmek için maç boyunca Gordon-Domercant-Hawkins üçlüsünden en az 2'si birlikte olacağı için uzunlarda 1 yerli 1 yabancı tercihi yapmak elzem oluyor. Bu yüzden lig için takımın en kilit oyuncuları Ersin ve Furkan olarak gözüküyor. Takım için en kötü senaryo Ersin'in geçen seneki performansını gösterememesi olabilir ve açıkçası bundan çekiniyorum.

  • C | Boniface Ndong / Furkan Aldemir / Sertaç Şanlı
Üstte yazdıklarımızı buraya da yazmak yanlış olmaz. Sertaç'ın sonucu belli maçlar dışında süre almayacağını düşünürsek Ndong ve Furkan'ın istikrar yakalaması gerekiyor, özellikle Furkan'ın...

Ndong geçen seneye kadar Avrupa'daki en korkutucu pivotlardan biriydi, aslında hala öyle. Geçen yıl Barcelona'da ACB ve Euroleague'de 20 dakika ortalamalarını yakaladı. Hücumda dominant olmaktansa orta mesafe şutlarını tercih edebiliyor ama savunmada orada bulunması bile her maç rakibin 2-3 hücumunu bozmaya yeter. Ndong'un yaşı dolayısıyla bu sene de 20 dakika ortalamanın üstüne çıkmaması gerektiğini düşünüyorum, buradan  konuyu Furkan'a bağlayabiliriz.

Furkan geçen sene geçirdiği iyi sezonun ardından bu sene önemli oyuncu statüsüne yükselecek gibi. Milli Takım ve Rixos Cup'ta gördüğümüz üzere pota altı savunuculuğu konusunda uzmanlığa doğru geçiş yapıyor, hücumda ise pozisyonları smaçla bitirmeye çalışıyor. Kısaların tüm ilgiyi çekeceği kadroda çok iyi istatistikler yakalayabilir. Bu sene ayrı  gözle takip edeceğim  ilk oyuncu olacak, umarım çıkış sezonunu iyi değerlendirir. Heyecanla beklemekteyiz.

Beklentiler / Ne Yaparız?

Eurocup: F4/Şampiyonluk
Türkiye Basketbol Ligi: Yarı Final
Türkiye Kupası: Final/Şampiyonluk

Sebepleriyle açıklamam gerekirse;

Öncelikle bu sene Eurocup'da F4'e kalmak ve oradan gelebilecek bir şampiyonluk bu senenin en büyük hedefi olmalı. Ergin Ataman Eurochallenge'a giden yolda bol bol 5 yabancıyı aynı anda sahada tutmuştu. Bunu ligde yapma şansı yok, zira kadromuz derin ve Engin, Ender, Cenk, Furkan oynamak için buradalar. Ama Eurocup'da hedefe giden yolda "Gordon-Domercant-Hawkins-Macvan-Ndong" beşi olağanüstü gözüküyor. Valencia, Bilbao gibi iyi İspanyol takımlarıyla birlikte Rus takımları en büyük rakibimiz olacak. F4'e kalacağımızı düşünüyorum, ondan ötesi kura şansı ve olası sakatlıklar gibi etmenlere bağlı biraz da...

Ligde ise Efes ve Fb Ülker'in bizden önde olduğunu düşünüyorum. Bizim kadromuz iyi, hatta çok iyi ama rakiplerimizin kadroları ellerindeki süperstarların da etkisiyle inanılmaz. Pota altında 4 kişilik rotasyonumuz sorun yaşatabilir, üzerine en güçlü yer olduğumuz kısalarda bile ne Farmar-Gordon-Tunçeri-Vujacic-Sinan'lı Efes'in, ne de Bo-Sato-Emir-Bogdanovic-Ömer'in önünde değiliz. O yüzden realistik bir tahminle ligde yarı final yaparız diyeceğim ama bu da Ünal Aysal için başarısızlık demek olacak. Sene sonu başarı kriteri Eurocup'da alınacak dereceyle paralel mi olacak, yoksa geçen sene olduğu gibi ligde şampiyonluk gelmezse Ergin Ataman mı gönderilecek? Üzerine düşünmek gerek...

Türkiye Kupası ise başka bir konsantrasyon isteyen kulvar. Öncelikle eleme grubunda sezon açılmadan yapılacak maçta Fenerbahçe Ülker'i yeneceğimizi düşünüyorum. Andersen'in hala  takıma katılmaması ve Batiste'in de doğru dürüst antrenman ve maça çıkmaması bu düşüncemi kuvvetlendiriyor. Yine Türkiye Kupası'nın ileri aşamalarında yarı yarıya maçlardaki gergin ortamın Ergin Ataman'ın işine geleceğini ve Türkiye Kupası'nda en az final oynayacağımızı düşünüyorum.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Galatasaray Basketbolu Nasıl Yönetiliyor?

Herkesin bildiği üzere, özellikle son 4-5 senede Galatasaray Basketbol Şubesi büyük bir atılım yaptı. 2. lige düşen kadın takımımız her sene lig ve Euroleague'e şampiyonluk parolasıyla başlarken, 5-6 sene öncesinde Playoff'a girmeyi başarı sayan erkek takımımız ise son 2 senede ligde 1 final ve 1 yarı final ile Euroleague'de Top 16 gördü.

Ancak gelinen bu noktada, Galatasaray Basketbol Şubesi'nde sportif başarıdan ayrı olarak yapılması gereken ama yapılmayan çok fazla şey var. Bunlara geçen sene bir şekilde halledilir gözüyle bakıyorduk ama şimdi baktığımızda da hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Hele ki son yaşadığımız birkaç olaydan sonra bu yazıyı yazmayı bir sorumluluk olmak hissettim.

Şubede geçen sene boyunca yanlış yapılan işlere tek tek, en ince ayrıntısına kadar göz atalım.

1. ŞUBEYİ KİM YÖNETİYOR?

Hakan Üstünberk ayrıldıktan sonra en önemli sorunumuz buydu. Yönetim kanadında basketbol takımlarıyla hangi yöneticimiz ilgileniyor bilemiyorduk. Mete Başol ve Refik Arkan denildi, 2 maç salonda görüldükten sonra ortadan kayboldular. Deplasmandaki derbilerde, Galatasaray'ı temsil eden isim için kameralar genelde Hakan Üstünberk'i gösteriyordu, çünkü bu maçları takip eden bir yöneticimiz yoktu. Dolayısıyla sezon sonunda şubedeki çok önemli kararlar kimler tarafından alındı, kimin basketbol bilgisine danışıldı bilmiyoruz.

Buradaki şu trajikomik olayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Galatasaray'ın altyapısında oynayan ve Galatasaray'a hakaret edecek kadar fanatik Fenerbahçeli bir basketbolcumuz var ama yönetimde bu sporcumuzu şikayet edecek kimseyi bulamıyorsunuz. Bu kadarı yeterli sanırım.

2. YALÇIN DÜMER SORUNU

Bu konuyu ve anonsçu sıkıntımızı sağır sultan biliyor artık. Yalçın Dümer'in iyi bir Galatasaraylı olması ya da özel hayatındaki meseleleri (uyuşturucu konusu vs.) beni hiç ilgilendirmiyor. Yalçın Dümer için söyleyebileceğim tek şey Galatasaray Basketbol Takımları'nın anonsçusu olmak için gereken nitelikleri taşımıyor.


Bu şikayet yönetici olduğu dönemde Hakan Üstünberk'e de defalarca dile getirildi. Ama her seferinde karşılığında alınan cevap "Biliyoruz, ilgileneceğiz ama çok büyük torpili var" oldu. Yalçın Dümer'in Adnan Polat zamanı başkandan torpilini biliyoruz ama şuanki yönetimle nasıl bir ilişkisi var çözemedim. Taraftar grubumuza yakın olması da orada tutunmasında önemli bir etken olabilir. İyi yanından bakalım, en azından Euroleague severlerin kulakları 1 sene bayram edecek.

3. İPEKÇİ ÖZELİNDEKİ SORUNLAR

Abdi İpekçi son 2 senede Galatasaray taraftarı için çok özel bir yer oldu. En güzel sevinçleri de en ağır üzüntüleri de hep burada yaşadık, İpekçi'yi bir nevi yıkılan Ali Sami Yen'in yerine koyma çabasındaydık. Bu güzel anıları bir kenara bıraktığımızda ise Abdi İpekçi'de Galatasaray taraftarına çok kötü davranıldı; bazen insan yerine konulmadı, bazen Efes taraftarına gösterilen muamelenin yarısı gösterilmedi.

Tersten başlayalım. Galatasaray taraftarı, full kapasite Abdi İpekçi'de oynanan maçların hiçbirinde salonu rahat boşaltamadı. Abdi İpekçi'nin koridorlarında nefes alma mücadelesiyle "Açın şu kapıları" sesleri altında boşaltılan nice maçlar hatırlıyorum. Burada esas sorun ise şuydu. Anadolu Efes, İpekçi'de oynadığı Euroleague maçlarında 2000 civarı taraftarı için tüm kapıları açtırıyor, Galatasaray ise 12000 taraftarını 2 kapıdan çıkmaya zorluyor.

Maç öncesine dönelim. Galatasaray güvenliği olarak görevde olan güvenlikler, Galatasaray taraftarını mağdur ediyor. Bazı maçlarda kombineli/biletli kapısı ayrımı yapılmıyor -ki zaten sadece 3-4 kapı açık- derbi ve Euroleague maçlarında kapılar çok geç açılıyor, oluşan izdihamda Türk Polisi düzeni sağlamak için cop kullanıyor.

İyi kötü İpekçi'de gördüğümüz kötü muameleye alışıyoruz derken, son olarak Engelsiz Aslanlar için gittiğimiz Sinan Erdem'de, kendilerini Galatasaray Güvenliği olarak lanse eden güvenlikler tarafından çileden çıkarılıyoruz. 17500 kişilik Sinan Erdem'de yarı final maçına gelen 1000 kişi yok ama Galatasaray(!) Güvenlikleri takımımızın benchinin arkasındaki koltukların sponsorlara ait olduğunu ve sponsorların o koltukların boş kalmasını istediklerini söylüyorlar. Tepki olarak salonun üst katına/ücra köşelerinden birine çıkalım diyoruz, oraya çıkmamızın da yasak olduğunu söylüyorlar. Taraftarı saatlerce uğraştırdıktan sonra sonunda yine istediğimiz yere geçiyoruz, saatlerce çileden çıkmamız ise o günden yanımıza kalan şey oluyor.

4. KADIN ŞUBESİ'NDE KİMSE VAR MI?

Aslında buraya Ceyhun Yıldızoğlu eleştirisi ile başlamak benim için uygun olurdu ama ona sabretmelerini kötü bir tercih olarak görüp oradan vurmuyorum.

Bu sene öyle bir seneydi ki, karakter açısından içime sinmeyen bir kadın takımımız olsa da, özellikle Euroleague'de 7 yabancılı takımımızın ipi göğüsleme şansı yüksekti. Ev sahipliğini alabilme ihtimalimiz çıktığında çok heyecanlanmıştık, öyle ki bu tarz hedef maçlarda taraftarın takıma nasıl itici güç olduğunun örnekleri geçmişte mevcuttu.

Sonunda ev sahipliğini Galatasaray aldı ve Euroleague'de hiçbir şey yapmadan F8'e kalmayı garantiledi. Karmaşık bir şey değil, sadece 3 maç kazanmak Avrupa'nın en büyüğü olmak için yeterliydi. Biz ev sahibi heyecanıyla organizasyonu beklerken, organizasyon tarihi yaklaştıkça, Fenerbahçe cephesinden "Biz de ev sahibi sayılırız" demeçleri geliyordu. İnanmak istemiyorduk ama maalesef organizasyonun altından kalkamayacağını düşünen kadın şube yönetimimiz -başta Murat Tümer- F8'i TBF'ye devrediyordu. TBF de haliyle Galatasaray'a hiçbir ayrıcalık tanımıyordu. Bunun üstüne takım üzerindeki olumsuz hava da eklenince uzun zamandır basketbolda yaşanılanın aksine İpekçi'de azınlık kalıyorduk, Euroleague Şampiyonluğu ise avuçlarımızın arasından kayıp gidiyordu.

Kadın Şubesi demişken, skandal niteliğindeki şu olayı atlamamak gerekiyor. Avrupalı statüsüyle aldığımız Rus pasaportuna sahip Epiphanny Prince, Rus takımlarına karşı oynayamadı. Madem böyle bir şey var, sene başından niye planını Prince'e göre yapıyorsun diye sorarlar. Acı gerçekle yüzleşecek olursak da, böyle bir şey yaşanabileceğinden şubede kimsenin haberi yoktu.

5. KOMBİNE PEŞKEŞİ

Yukarıdaki maddelerin yanında bu biraz hafif kalıyor ama yıllardır içimde kalan bu konuyu yazmadan edemedim.

Yıllardır Galatasaray birçok salon değiştirir, bu salonların her biri için kombineler satılır ama değişmeyen bir gerçek vardır. Yeni salonun en güzel koltukları hiçbir zaman genel satışa çıkarılmaz, orası daha iyi ve daha seviyeli Galatasaraylı olan kişilere ayrılır. Biz cemiyet diyelim, başkaları başka isim koysun hiç farketmez. Bildiğim bir şey var ki, önümüzdeki senelerde milyarlar ödemeye razı olsak da İpekçi bench karşısı, orta blok-en ön koltuklara oturacaklar bellidir.

29 Haziran 2012 Cuma

2012 Mock Draft Denemesi

Not: Seçimler tamamen bireysel tahminlerim, bir seçim doğal olarak diğer tüm seçimleri değiştirebilir.


2011-2012 MOCK DRAFT


1- Anthony Davis | New Orleans Hornets: Fazla yoruma gerek yok, draftın 1 numarası.


2- Thomas Robinson | Charlotte Bobcats: Bu sıra için Bradley Beal ve MKG'nin isimleri de geçiyor ancak en iyi tercih Thomas Robinson olur. Ben Gordon'ın olduğu takımda Brad Beal ne kadar süre bulabilir? Biyombo-Robinson pota altı gayet umut verici olur.


3- Bradley Beal | Washington Wizards: Uzun forvet bolluğu yaşayan Wizards için Bobcats'in Thomas Robinson'ı seçmesi, kendilerine de Brad Beal'ın düşmesi iyi olur. Şutu eksik bir John Wall ile geleceğin Ray Allen'ının aynı takımda olması şüphesiz heyecan verici olur.


4- Harrison Barnes | Cleveland Cavaliers: Barnes ile MKG arasında seçim yapacak olan Cleveland'ın tercihi skora daha yatkın ve süperstar olma potansiyeli yüksek olan Barnes'dan yana olur.


5- Michael Kidd-Gilchrist | Sacramento Kings: Kadrosunda Evans, Cousins, Fredette gibi skorerler bulunduran Sacramento, Cleveland'ın aksine savunma yönüne ekleme yapmak isteyecektir. Savunması, atletizmi, enerjisi ve motorik özellikleriyle MKG Kings'in ilk seçimi olur.


6- Damian Lillard | Portland Trail Blazers: 4 adet draft hakkına sahip Portland, Aldridge'in etrafına yetenekli bir takım kurmayı deneyecek. Greg Oden'dan sonra bu haklarını uzun için (Drummond) kullanmak istemeyeceklerdir. Draft klasının en iyi guardı Lillard bu sıra için en muhtemel isim.


7- Dion Waiters | Golden State Warriors: Draftta ne yapacağını en kestiremediğim takım Golden State Warriors. Acil bir ihtiyaçları yok ama Bogut-Lee varken uzun almazlar diyip yetenekli combo guard Dİon Waiters'ı seçerler gibime geliyor.


8- Jeremy Lamb | Toronto Raptors: Draftta önceliği iyi bir şutör bulmak olan Raptors, Rivers ile Lamb arasında seçim yapacak. Liseden bu yana popülaritesi daha fazla olan Lamb ağır basıyor.


9- Andre Drummond | Detroit Pistons: Bir kez daha "en yetenekli oyuncuyu mu seçmeli, yoksa takıma en uygun olanını mı?" problemiyle karşı karşıyayız. Greg Monroe'ya John Henson çok daha iyi bir alternatif olur ama Monroe ile aynı pozisyonu paylaşsalar da Drummond çok daha büyük bir potansiyel...


10- Kendall Marshall | New Orleans Hornets: Anthony Davis'i aldın, takımda kalması muhtemel Eric Gordon'a da sahipsin. Yapman gereken bu ikiliyi besleyecek bir point guard almak. Draftın en iyi pasörü Kendall Marshall'ı beklenenden biraz üst sırada seçiyorum.


11- Leonard Meyers | Portland Trail Blazers: Lillard seçimiyle 1 ve 4 numaraları garanti altına alan Portland, uzun lanetini kırmak için Aldridge'e iyi bir eş olabilecek draftın en uzunu  Meyers'ı seçebilir.


12- Tyler Zeller | Houston Rockets: Seçeceği oyuncuları Howard takasında kullanması muhtemel olan Rockets için, pota altında hücum yönü kuvvetli olan Zeller'ı seçmek iyi olabilir.


13- Austin Rivers | Phoenix Suns: Biten kontratlar ile kısa pozisyonunda hemen hemen oyuncusu kalmayan Phoenix draftın en iyi skorerlerinden Austin Rivers'ı seçebilir.


14- John Henson | Milwaukee Bucks: Ersan'ın free agent olmasıyla 4 numarada boşluk oluşan Bucks, Dalembert'ın yanına Henson'ı alarak pota altını savunma konusunda önemli yol katedebilir.


15- Perry Jones | Philadelphia 76ers: Atletik takımlarına uyum sağlayacak ve Elton Brand'in yerine koyabilecekleri bir oyuncu arayan 76ers, draftın en büyük soru işareti Perry Jones riskine girebilir. Atletik, bir 4 numara için harika bir dribblingi olan Perry Jones 76ers sistemine çok kolay uyum sağlayabilir.


16- Jared Sullinger | Houston Rockets: 12-16-18'den seçen Rockets, sırtındaki sakatlığı olmasa ilk 5'den seçilebilecek bir uzun olan Sullinger riskine girmek isteyecektir.


17- Terrence Ross | Dallas Mavericks:  Draftın en iyi kanat oyuncularından olan Terrence Ross, D-Will hamlesi yapmak isteyen Dallas'ın iyi verim alabileceği bir isim, buraya düşmesi büyük şans...


18- Maurice Harkless | Houston Rockets: İlk iki hakkını uzunlardan yana kullanan Rockets, 3. seçimini atletik kısa forvet ve iyi bir rol oyuncusu olmaya müsait Harkless için kullanabilir.


19- Terrence Jones | Orlando Magic: İki forvet pozisyonunu da oynayabilen atletik forvet Terrence Jones, Orlando'nun Howard'sız yeni yapılanmasında önemli bir rol üstlenebilir.


20- Andrew Nicholson | Denver Nuggets: Pota altında bolca savunmacı oyuncu barındıran Denver'ın, Nicholson'ın hem içeriden hem de dışarıdan bulacağı sayılara ihtiyacı var.


21-  Arnett Moultrie | Boston Celtics: Kevin Garnett'in alternatifini arayan Celtics için Moultrie iyi bir seçim olur.


22- Fab Melo | Boston Celtics: Sene boyunca uzun sıkıntısı çeken Celtics'in arka arkaya olan 2 hakkını da uzundan yana kullanması sürpriz olmaz. Brezilyalı pivot işin savunma yönünde Celtics'in kültürüne uygun bir isim.


23- Royce White | Atlanta Hawks: Pota altında sene boyunca sakatlıklardan canı yana Hawks için Royce White'ın ribaund ve atletizmi dikkat çekebilir.


24- Doron Lamb | Cleveland Cavaliers: Irving, Barnes ve Tristian Thompson'ın yanına en iyi gidecek olan bir dış şutör ve bu konudaki en iyi isimlerden biri de Doron Lamb.


25- Marquis Teague | Memphis Grizzlies: Kadrosu derin ve çok önemli bir ihtiyacı olmayan Memphis için şu an için olgun olmayan ama gelişime açık Marquis Teague iyi bir seçim olabilir.


26- Evan Fournier | Indiana Pacers: Bu hakkını draft etmesi muhtemel olan Pacers için Fransız Fournier seçimi ve oyuncunun 1-2 sene daha Avrupa'da oynayacak olması takasta iyi bir koz olabilir.


27- Jeffrey Taylor | Miami Heat: Draftın en atletik isimlerinden, iyi bir savunmacı olan ama toplu oyunu pek sevmeyen İsveçli için en uygun takım Miami Heat olur.


28- John Jenkins | Oklahoma City Thunder: James Harden'ı göndermek zorunda kalabilecek OKC, yerine draftın en iyi şutörlerinden birini katmak isteyecektir.


29- Will Barton | Chicago Bulls: 2 numara arayan Bulls için en muhtemel seçim Barton.


30- Quincy Miller | Golden State Warriors: Kalan en yetenekli oyuncuyu seçmek adettendir diyerek Quincy Miller'ın GSW'ye gideceğini düşünüyorum.

17 Haziran 2012 Pazar

Şubeniz Batsın | Yolun Açık Olsun Aslan Yürekli Hocam

Geçen sene Cem Akdağ gittiğinde yine bir avuç insan bu duruma isyan etmişti. Çünkü Kara Gün Dostu Cem Akdağ bir kez daha yarı yolda bırakılmıştı, üstelik takımın düşmesine kesin gözüyle bakılan bir sezonda, takımın Playoff'u son haftada kaçırmasına rağmen... 

O zamanlar Erkek Basketbol Takımımız popüler değildi. Takımı gerçekten takip eden, şubede neler döndüğünü bilen 100-150 kişi vardı. Bu duruma tepki göstermeye çalışan kişi sayısı ise daha da azdı. Sonuç olarak yeni sezon için önceden anlaşılmasına rağmen, 10 gün sonra telefonla "Başkasıyla anlaştık" denilerek Cem Akdağ bir kez daha küstürülerek gönderiliyordu, geriye ise taraftarın sadece bu teşekkürü kalıyordu.

"Umarız bu son olur, ne de olsa Cem Akdağ Galatasaray'a küsemez. İleride gönlü alınarak şubede iyi bir pozisyona getirilir, geçmişin üstüne sünger çekilir" diyorduk. Cem Akdağ'ın başına gelenlerin aynısının Oktay Mahmuti'nin başına geleceğini hiçbirimiz düşünemezdik ama o zaman sesimizi çıkaramayışımızın cezasını sanırım şimdi çekiyoruz. Yönetim kanadında yıllardır Erman Kunter'i isteyen zihniyet sonunda amacına ulaştı.


Cem Akdağ'a yapılan haksızlık dışında Oktay Mahmuti ismi herkeste heyecan yaşatmıştı. Avrupa'da bile önemli bir saygınlığı olan, Efes'te yakaladığı başarıların üzerine Benetton gibi sınırlı bir takıma İtalya'da ve Eurocup'da iyi 2 sezon geçirtmiş ve Eurocup'da Yılın Koçu ödülünü kazanmıştı. Oktay Mahmuti'nin taraftarı arkasına alması aslında çok kolay olmadı. Öyle ki kaliteli bir takımımız yoktu, hiç iddialı değildik. Oktay Mahmuti'nin verdiği tek söz "Gelenek sahibi bir takım yaratmak" idi. İlk sene ondan beklentiler bu kısıtlı kadronun en azından iyi basketbol oynaması ve ligde yarı finali, Eurocup'da da grup aşamasını geçmesiydi.


İlk seneden herkesin beklentisinin üstünde bir basketbol, müthiş bir savunma takımı, İpekçi'de Banvit'e ilk yarıda 30 sayı fark atacak kadar etkili oynayan bir Galatasaray vardı. Takım-taraftar öylesine bütünleşmişti ki, taraftar bu takımın mücadelesinden öylesine memnundu ki, ezeli rakip Fenerbahçe'ye kaybedilen bir final serisinden sonra bile takım alkışlanıp soyunma odasına gönderilmiyordu. St.Petersburg maçıyla başlayan Eurocup'da ise bu kısıtlı kadro son 16'yı görüyordu. 21 yıl sonra gelen bu final ve yeni kurulan bu takımın beklenmedik başarısı doğal olarak ilgiyi takımın üstüne çekti, beklentileri ise çok arttırdı. Halbuki 3 senelik bir planın ilk senesi henüz yeni bitmişti ve Oktay Mahmuti'nin şampiyon olmaktan, kupa kazanmaktan çok daha öte bir hedefi vardı.






Geçen seneye başlarken yol haritamız belli değildi. Euroleague Ön Elemesi Litvanya'da Lietuvos Rytas'ın ev sahipliğinde yapılacaktı ve Euroleague'in gediklilerinden ve evinde kolay kaybetmeyen Rytas'ı elememiz gerekiyordu, eledik. Oktay Hoca'nın Rytas zaferinin ardından gelen şu sözlerinin önemini o zaman kavrayamamıştık, yönetimimizin "Başarısız olduk" dediği bir sezondan sonra bu sözleri şimdi daha iyi anlıyoruz.

Hiç bir yerde bir hedefle başlamadık. Hangi turnuva olursa olsun en iyisini yapmaya çalıştık. Hangi takımla oynarsak orada da galibiyet için oynayacağız. Maçı kaybetseydik Eurocup’ta işimiz daha rahat olacaktı. Bu sezon başarısız olacağız çünkü Avrupa Kupası kazanamayacağız. 
Yıllar sonra Cumhurbaşkanlığı Kupası ile müzemize basketbola dair bir kupa girdi. Euroleague'de yaşadıklarımızı ise tek tek anlatacak değilim. Kaybettiğimiz Barcelona maçından tutun, kazandığımız CSKA ve Olympiakos maçlarına kadar herkes her ayrıntısıyla hatırlar. Burada aslında yine taraftara aşılanan inançtan bahsetmek lazım. Barcelona maçındaki sopalı organizasyonunundan başlayın. CSKA maçında kaybedeceğimizi düşünüp çok daha romantik bir koreografi yapmak yerine, maçı kazanacağımıza inanıp çok iddialı bir koreografinin yapılmasından devam edin. Bu güveni bu taraftara Oktay Mahmuti aşıladı, nasıl "Son Topa Kadar" mottosunu ve rekabetçi kimliği bu takıma aşıladıysa...

Ana hedefimiz Galatasaray'ı gelenek ve kimlik sahibi bir takım haline getirmek, burada bir basketbol geleneği oluşturmak... Yarın bir gün Oktay Mahmuti buradan gittiğinde, kimse "O burada hiçbir şey yapmadı" diyemeyecek.
Euroleague maceramızın ardından tam 43 sezon sonra normal sezonu da lider bitirdik. Bu yolda en önemli adımlardan biri olan Banvit deplasmanında takımın en önemli parçalarından Shipp'i kaybettik. Yarı finalde ise sistemsizliği sistem haline getiren ve sonrasında da şampiyon olan Beşiktaş'a elendik. Bize ters gelen takıma karşı yarı finalde eşleşmek belki de bizim şanssızlığımızdı. Daha uzun bir final serisinde, rakibinin ilginç oyun/savunma planını son maç itibariyle çözmüş bir Galatasaray Beşiktaş'ı geçebilirdi ama olmadı. Bu bahanelere sığınmak zaten yersiz ama önde götürdüğümüz son maçta hakemlerin oyunun akışını nasıl değiştirdiğini hepimiz hatırlıyoruz.


Yarı finalde elenmemiz nedeniyle üzgündük belki ama bu düzeni koruyacağımıza, kadro bakımından eksikliklerimizi tamamlayacağımıza ve önümüzdeki sene hem ligde hem de bir şekilde yine katılacağımızı düşündüğümüz Euroleague'de daha başarılı olacağımıza inanıyorduk.


Taraftarı en çok yanıltan olay ise Galatasaray'ın CSKA gibi takımları yenmesi, Barcelona gibi takımlara kafa tutmasıydı ancak bütçemiz sadece 10 milyon euroydu. Bu bütçe Anadolu Efes'in yarısından az, Fenerbahçe Ülker'in yarısı, Banvit ve Beşiktaş'la ise çok yakındı ama yakalanılan bu başarı çıtayı çok fazla yükseltmişti, elde edilecek en ufak bir başarısızlık büyük hayal kırıklığına yol açacaktı. Önümüzdeki sene bir kademe daha artacak bütçemiz ile zayıf noktası, zayıf oyuncusu olmayan bir Galatasaray yaratmamız mümkündü. Öyle ki sezon devam ederken önümüzdeki sezonun planları yapılmış, bazı oyuncularla söz kesilmişti. Ama sezon içinde dillenmeye başlayan, gerçekleşmesini hiç istemediğimiz iddialar sonunda gerçekleşti ve yönetim kanadındaki bazı isimlerin yönetime büyük baskılarıyla Oktay Mahmuti ve Galatasaray'ın yolları ayrıldı.




Oktay Mahmuti'nin en önemli suçu, Galatasaray Erkek Basketbol Takımı'nı 5 senede gelmeyi kabul edeceği seviyeye 2 senede getirmesiydi. Oktay Mahmuti'nin bir diğer suçu, genç oyuncuların sürelerini kısıp günlük başarılar yakalamak yerine onlara önem verip Göksenin ve Furkan gibi çok genç 2 oyuncuyu maç ayırt etmeksizin ilk 5'ine koyması, yerli pazarında yetenekli Türk oyuncuları Galatasaray'a toplamasıydı. Oktay Mahmuti'nin başka bir suçu da, Galatasaray'da harika geçirdiği ilk sezonunun ardından 3 yıllık planını ve yönetime verdiği sözü bozmak istemeyip Real Madrid'i reddetmesiydi.


Durumun vahametini hala anlayamayanlara, Şubeniz Batsın diyebileceğim kadar kötü yönetilen bir şubemiz olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemeyenlere;


Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki;  altyapısında forma giyen Fenerbahçeli oyuncu Galatasaray'a hakaret eder ve takımda kalır. Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; Yalçın Dümer gibi dünyanın en kötü anonsçusu sırf bazı isimlere yakınlığı sayesinde torpille o koltukta oturmaya devam eder. Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; 1 sene önce etik olmaz diyip ezeli rakibinden almak istemediği oyuncuyu 1 sene sonra tüm şartları zorlayıp almaya çalışır. Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; sadece bayan taraftarlara açık olan maçta salona gelen az sayıdaki taraftarını resmi sitedeki yanlış haberle yine mağdur eder.


Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; resmi sitesinden verdiği sözleşme yenileme haberini 2 hafta sonra bir bilgilendirme dahi yapmadan iptal eder.Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; Wild Card için yüz yüze görüşmesi halinde ciddi bir şansı varken bir ULEB'e  sadece bir mektup gönderir. Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; sırf mevcut koçunu taraftardan soğutup gönderebilmek için ısmarlama haber yaptırır. Galatasaray Basketbol Şubesi o kadar kötü yönetilir ki; "Şubenin başında kim var?" sorusuna verecek bir cevabımız yoktur, çünkü orada zaten kimse yoktur.

1 Mart 2012 Perşembe

Yazın Şu Tarihi !

Başlık ve bu maçın teması Murat Kosova'dan... Cska Moskova maçının son anlarında ağlamaklı şekilde söylediği "Yazın Şu Tarihi" lafı hepimizin aklına kazındı. O gün gerçekten tarih yazıldı ama perşembe günü yazılacak tarihin önemi çok daha büyük ve Galatasaray'a dair duyguları en şiddetli şekilde hissederken, bu güzel takıma son bir kez "Yazın Şu Tarihi !" diyoruz.



PG: Evangelos Mantzaris - Acie Law
SG: Vassilis Spanoulis - Kostas Sloukas - Dimitrios Katsivelis
SF: Kostas Papanikolaou - Michalis Pelekanos
PF: Pero Antic - Georgios Printezis
C:  Joey Dorsey - Kyle Hines - Lazaros Papadopoulos


Rakibimizin ilk maça göre eksiği Gecevicius, fazlası ise Papadopoulos. Gecevicius'un oynamaması bizim için çok önemli, canımızı sıkabilecek el üstü şutlar ve takımın ritmini bulmasına sağlamasıyla değerli bir oyuncuydu. Papadopoulos ise önlem almamız gereken bir isim, zira alçak postta gayet etkili bir oyuncu. Kadroları karşılaştırdığımızda kısalarda biz biraz daha üstünken uzunlarda ise Olympiakos'un üstünlüğünü görüyoruz. Bu nedenle boyalı alan savunması çok kritik, zira savunmaların konuşacağı bu tarz maçlarda sayıya gitmenin en kolay yolu boyalı alanı kullanmak oluyor. Bir başka önemli faktör de hızlı hücumlar... İpekçi'de harika savunmamızı hücumda ödüllendirmemiz gereken zamanlarda hep tempoyu arttırıp kolay sayı buluyorduk. Deplasmanlarda ise arkanızda sizi itecek ve havaya sokacak bir taraftar olmadığından tempo yakalamak zor ve tehlikeli olabiliyor. Olympiakos da iç sahada hücum temposunu yüksekte tutmayı seven bir takım, kısacası hızlı hücum sayıları 2 takım için de önem teşkil ediyor.


Bu tarz maçlarda hep ekstra 1-2 oyuncu çıkar, o oyuncunun bizim takımımızdan çıkmasını umut ediyorum. Normalde Olympiakos'tan üstün takımız ama final maçı olması ve deplasmanda oynayacak olmamızla şartlar eşitleniyor, bu yüzden bizim de 1-2 ekstra oyuncu çıkarmamız gerekebilir. Burada bu ekstra katkı Lakovic ya da Shumpert'tan çok iyi bir hücum performansı da olabilir, Savovic'ten beklediğimizden fazla bir katkı da olabilir, Göksenin'den iyi savunma ve hücumda ceza şutlarını sokması da olabilir.


Olympiakos en az savunma ribaundu alan ve en az asist yapan takım, bizim de bu 2 noktaya yoğunlaşmamız gerekiyor. Ribaundlarda agresif olmalıyız ve rakibe göre daha fazla hücum etmeliyiz, deplasmanlarda kazanmayı kolaylaştıracak etkenlerden en önemlisi bu belki. Yine bire bire dayalı oynayan Olympiakos'ın oyuncularına kolay yenilmememiz gerekiyor, burada Jamon Gordon'a sonuna kadar güveniyorum. Aslında yazacak daha çok şey var ama ne yazsak boş, maça çok az zaman kaldı zaten.


Son olarak söylemek istediğim, şu takımın aldığı yolu düşününce insan inanılmaz mutlu oluyor. "Paok'u, Asvel'i, Rytas'ı eleyebilir miyiz?" derken, şimdi Avrupa'nın en iyi 8 takımından biri olmak için oynuyoruz. Kazanırsak zaten takımın dönüşünde hava alanında olacakları tahmin bile edemiyorum ama kaybedersek de orada onları çiçeklerle karşılayacak büyük bir grubun olacağını adım gibi biliyorum. Oktay Mahmuti söylemişti ya: "Bu taraftar bir gün gelecek, bu tip onurlu mağlubiyetlere sevinmeyecek." Mağlubiyet olursa sevinmeyeceğiz bugün ama başımız dik, Galatasaray'ı ve Türk Basketbolu'nu en iyi şekilde temsil etmenin verdiği huzurla dolaşacağız.


Abdi İpekçi'de bu sene yazılan hikayeden ansiklopedi olur, ben o ansiklopedinin bir cildine de "Top 8 - Siena Serisi" ni eklememizi istiyorum çünkü bu sene en çok üzüldüğüm yenilgi İpekçi'deki Siena yenilgisiydi. Bize bir intikam fırsatı verin, bize İtalya'ya gitmek için bir sebep verin, yazın şu tarihi !

31 Ocak 2012 Salı

Jamon Gordon "Devam" Dedi | Olympiakos Zaferi

Sanırım bu maç sonu yazısına taraftar faktöründen başlamak lazım. Taraftar konusunda sınırları zorlamaya devam ediyoruz. Taraftar desteği konusunda bu sene Avrupa'nın zirvesine çıktık zaten. Daha iyisi olmaz diyemiyorum çünkü bu taraftarın yapabileceklerinin bir sınırı yok. Bunun üzerine maç öncesi yapılan video sunum inanılmazdı, Yalçın Dümer'in skandal anonsçu performansıyla gölgelenmese daha iyi olacaktı ama bu şovu hala izleyemeyenler Yalçın Dümer'siz halini aşağıdan izleyebilirler.



1. periyotta maç sürekli dengede gitti. 2 taraf da oyun olarak birbirine üstünlük kuramadı. Savunmamız gayet iyiydi ama Olympiakosluların faul çizgisine gitmesini önleyemediğimiz için 2. periyoda 15-15 eşitlikle girdik. 2. periyotta skor 26-24 iken iyi savunmamızı hücuma hızlı gelerek ödüllendirdik ve 12-0'lık seriyle skoru 38-24'e taşıdık, devreye de 42-28 önde girdik. Shumpert'ın sakatlandığı bu bölümde Cevher hem hücumda hem de savunmada istenilenin de ötesinde bir oyun oynadı, farkı yaratan faktör de kendisiydi.

2. periyottaki çok üstün oyunumuzdan sonra 2. devre averaj hesapları yapmaya başlamıştık ama her zaman söylediğimiz gibi burası Euroleague... 14 sayılık fark bir anda kapandı ve skor 44-39'a geldi. Burada aldığımız moladan sonra toparlandık ve 57-47 ile tekrar 10 sayılık farkı yakalayarak kötü başladığımız 3. periyodu iyi bitirdik. İnişlerin çıkışların bol olduğu bir maç izledik ve 4. periyotta 16-2'lik bir seri ile yine yakalandık. Bu noktada maçı en çok isteyen oyuncumuz Jamon Gordon devreye girdi, onun bire birlerden bulduğu sayıların üstüne Lakovic'in faul çizgisinde hata yapmaması ile maçı kazandık derken Sloukas'dan o üçlüğü yedik. Burada faul yapmama tercihi ise doğruydu, çünkü bu grupta 1 sayılık averajın bile önemi var. Uzatmada çok kötü hücum ettik diyebilirim. Allah korusun, Jamon Gordon'ın o çok zor atışlarından biri bile girmese maçı kaybedecektik ki o moral bozukluğuyla bundan doğal bir şey olamazdı. Ama tribün maçı bırakmadı, Jamon Gordon işimiz burada bitmedi ve Galatasaray Euroleague tarihinde Top 16 seviyesindeki ilk maçını kazandı.

Maçla ilgili altını çizmek istediğim önemli 1 nokta var. Ivkovic son çeyrek ve uzatmalarda uzun olarak Printezis-Hines ikilisini kullandı. Ayakları çabuk ve guardlara bire birde kolay geçilmeyen bu 2 oyuncu sayesinde ikili oyunlarımızı durdurdu. Her perdelemede switch yapan Olympiakos'a karşı tıkandık. Burada bire bir oynama becerisi en az olan takımlardan biri olduğumuz için ciddi sorun yaşadık, neyse ki Jamon Gordon çok özel bir günündeydi. Şimdi önümüzde bu switchleri maç boyu yapacak bir Cska Moskova var. Örneğin; bize nazaran Anadolu Efes bu tarz savunmalara karşı Vujacic gibi bire birden skor üretecek, ya da Barac gibi arkasında kısa oyuncuyu bulduğunda post up yapıp kolayca sayıya gidebilecek oyunculara daha fazla sahip. Bizde ise Lakovic'in fizik dezavantajı iyi oynayabileceği bire birleri etkisiz hale getiriyor. uzun oyuncularımız zaten sırtı dönük oyunda iyi değiller. Onun dışında Ender Arslan çok formsuz, elimizde sadece Jamon Gordon'ın iyi gününde olma ihtimali kalıyor. Cska Moskova maçları tabii ki hedef maçlar değil ama bu savunmayı bize uygulayabilecek her takıma karşı hücumda ciddi sıkıntı yaşarız, bu maç özelinde sıkıntı yaşadığımız ve aşmamız gereken durum bu olarak gözüküyor. Bu eksikliğimiz, her ne kadar ölçü olmayacak olsa da Cska Moskova maçında daha net gözükecek.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Tamam mı? Devam mı? | Rakip Olympiakos

Başlıktan da anlaşılacağı gibi daha 2. maçımız olmasına rağmen Top 16 grubumuzda her şeyin şekilleneceği maça çıkıyoruz. Kazanırsak Efes mağlubiyetini unutacağız ve Efes'in de Cska'ya yenilmesiyle birlikte tekrar iddialı konuma geleceğiz. Burada 3 takımın (Galatasaray-Efes-Olympiakos) kendi evlerindeki maçları kazanma durumunda 2'şer galibiyet alma ihtimali olduğu ve 3'lü averaj hesapları döneceği için maçın sonucu da çok önemli. 5 sayı ile kazanmakla 10 sayı ile kazanmak arasındaki fark gruptaki kaderimizi belirleyebilir, bunun bilincinde olmalıyız. Kaybedersek ise gruptan çıkmamız mucizelere kalıyor ama sene başından beri hedefimiz Top 16'ydı ve bunu başardık, unutmayalım.


PG: Evangelos Mantzaris - Acie Law - Kostas Sloukas
SG: Vassilis Spanoulis - Martynas Gecevicius
SF: Kostas Papanikolaou - Michalis Pelekanos
PF: Pero Antic - Georgios Printezis
C:  Richard Dorsey - Kyle Hines - Andreas Glyniadakis

Olympiakos grup maçlarında zayıf kadrosuna rağmen kolay bir grupta olmasının da avantajıyla gruptan çıkmayı başarmıştı. Bunun temel nedeni hadlerini bilerek oynamaları ve Ivkovic'in bu kısıtlı kadroyu çok iyi kullanmasıydı. İstatistiklere baktığımızda; Olympiakos'un kısıtlı kadrosuna rağmen hücumda en verimli takımlardan biri olduğunu, pota altı atışlarını en sık kullanan 3. takım olduklarını ve en az top kaybı yapan 5. takım olduklarını görebiliyoruz. Şimdi Acie Law ve Richard Dorsey takviyeleriyle biraz daha kalbur üstü ve hücumda opsiyonlu bir takıma sahipler.

Guard rotasyonlarında Mantzaris ve Sloukas işin savunma yönünü üstlenirken, Sloukas ceza atışlarını da yüksek yüzdeyle sokan bir oyuncu. Burada Acie Law'ın hücumdaki verimliliği onlar için çok önemli olacak, zira o verimli olmadığında bu bölgeden skor katkısı almaları çok zor. 2 numarada Spanoulis takımın yıldızı, yedeği Gecevicius ise hücumda sorumluluk alabilen bir oyuncu. Bu maçlık avantajımız şu olabilir, Lakovic bu maç undersized kalmayacak çünkü eşleşeceği oyuncular da kendi fiziğinde oyuncular olacak. Yine 2 eski takım arkadaşı ve yakın arkadaş Jamon Gordon - Spanoulis eşleşmesini de merakla bekliyorum. Ama bu maç özelinde savunmada fizik zaafiyetini saklayabileceğimiz Lakovic'in daha fazla süre almasını bekleyebiliriz. Çünkü rakipte, parkede aynı anda baskı yapmamız gereken sadece 1 oyuncu (Spanoulis ya da Law) bulunacak, bu da Lakovic'in süresini ve verimliliğini arttırabilir. Bu anlattıklarım doğrultusunda Tutku'nun eksikliğini en az arayacağımız maç bu olabilir çünkü rakibin de çok derin ve yetenekli bir guard kadrosu bulunmuyor, burada ağır basıyoruz.

3 numara Olympiakos'un hücum katkısı beklemediği, savunma ve biraz da ribaund katkısı beklediği bölgesi... Burada normalin aksine Papanikolau'dan ekstra skor bulmalarını önlersek Shipp ile bir adım öndeyiz. Yine karşımızda hücumu zayıf ve miss matchupları değerlendiremeyecek 3 numaralar olduğu için, Jamon Gordon'ı zaman zaman 3 numarada kullanıp topa baskıyı arttırıp hücumda da daha yaratıcı bir kimliğe bürünmemiz de muhtemel...

Pota altı mücadelesi ise bu maçın kaderini belirleyecek nokta. Eğer burada Olympiakos uzunlarına yenilmezsek, diğer bölgelerde üstün olduğumuz için maçı kazanma ihtimalimiz bir hayli artacak. Pero Antic'i yakından tanıyoruz. Hücumda ve ribaundlarda etkili bir oyuncu... Songaila ile fizik olarak da tam olarak eşleşiyorlar, kim üstünlük sağlayacak merak ediyorum. Printezis ise undersized olmasına rağmen atletikliği ve enerjisi ile takıma faydalı olan ve kendisine hazırlanan pozisyonları bitirebilen bir oyuncu. Hücum gücü normalde kısıtlı, tabii kendisini James Gist savunmuyorsa... Burada Shumpert-Printezis eşleşmesinde avantaj sağlayacağımızı düşünüyorum. Bu arada "Yeni uzunumuz Savovic süre alır mı, süre alırsa nasıl bir katkı yapar? sorusunun cevabı da önem arzediyor. Tabii onu "4 olarak mı, yoksa 5 olarak mı kullanacağız?", bunu şuan sadece Oktay Mahmuti biliyor. 5 numara pozisyonunda ilk 5 başlattıkları Dorsey atletizm, ribaund, blok katkısı yapabilen bir uzun ama hücumda çok etkili değil. Bu maç asıl önlem almamız gereken uzun (?) ise Kyle Hines. 1.98 boyuna rağmen kanat uzunluğuyla ve atletizmiyle 5 numara pozisyonunda oynayan, savunmada Nenad Krstic'i tutabilecek kadar etkili, hücumda tam saha slalom yapıp bitirebilecek kadar yetenekli... Diğer takımlara nazaran özellikle savunmada çok sorun yaşayacağımızı sanmıyorum çünkü elimizde Luksa Andric gibi Kyle Hines kadar olmasa da ayakları çok çabuk bir uzun var. Ama hücumda ikili oyun savunmasını çok iyi yapabilen Kyle Hines'a karşı uzunlarımızdan nasıl katkı alabiliriz? Bu büyük bir soru işareti olarak önümüzde duruyor.

Maçla ilgili değinmemiz gereken en önemli noktalardan biri de şüphesiz Galatasaray taraftarı olacak. Şimdiye kadar Abdi İpekçi'de çok defa unutulmaz performanslar sergileyen Galatasaray taraftarı; en sevdiği yer olan Avrupa arenasında, oynamayı en sevdiği ülke olan Yunanistan takımı ile karşılaşacak. Bu maçtaki tribün performansının gelmiş geçmiş en iyiler listesine en tepeden gireceğine hiç şüphem yok.

Özetlemek gerekirse; kadro olarak zayıf olduğumuz yerlerde çok güçlü olmayan bir rakiple oynuyoruz ve hem kağıt üstünde ufak bir farkla ağır basıyoruz, hem de taraftar gücü, Türk-Yunan maçı atmosferi, Olympiakos'un zayıf deplasman karnesi gibi dış faktörler nedeniyle ağır basıyoruz. Bu ortamda bu çok önemli maçı kazanacağımızı düşünüyorum, bu maçta orada olamayacağım için ne kadar üzüldüğümü anlatacak kelimeleri ise bulamıyorum.

DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ !

24 Ocak 2012 Salı

Hiçbir Şey Bitmedi, Biz İstersek...

Anadolu Efes mağlubiyeti ile ilgili takıma kızgın olduğum noktalar çoğunlukta aslında... Ama maçı 1-2 çok kolay turnikeyi atamadığımız için kaybettiğimizi düşününce de sakatlıklara rağmen ortaya koyduğumuz oyun ve mücadeleye ise saygı duymak zorunda olduğumu anlıyorum. Kimseyi bilemem ama ben daha Euroleague'e kalmadan, ön elemeler oynanırken, "Top 16'ya kalırsak Euroleague'deki misyonumuzu bu sene için tamamlamış ve başarılı olmuş oluruz, daha ötesine gidersek çok ekstra ve büyük bir başarı olur" diyordum, bu sözümün de hala arkasındayım. Bu takım zaten başarılı oldu, yapması gerekeni yaptı ama potansiyeli ile yapabileceği çok daha fazla şey var diyerek maça giriyorum.


"Gordon - Göksenin - Shipp - Songaila - Furkan" ilk 5'i ile sahadaydık. En iyi yönü 3 kısasının da çok baskılı savunma yapabilmesi olan bu savunma takımı bizim son dönemlerde klasik ilk 5'imiz oldu diyebiliriz. Beklenildiği üzere müthiş taraftar desteğiyle birlikte maça hızlı başladık. Göksenin, son yıllarda kendisinden önce Galatasaray altyapısından çıkan elle tutulur tek oyuncu olan, Kerem Tunçeri'yi kilitledi. 6-0'lık seriden sonra Savanovic'e savunma hatasından dolayı verdiğimiz pozisyon bu seriyi bozdu, sonra zaten kabus bir periyot geçirdik. Skor 18-10 olduğunda Savanovic 4 bomboş üçlük ile 14 sayı bulmuştu. Bunların çoğunun bireysel savunma hataları ve transition savunmasında adam bulamama odaklı olduğunu da söylemek gerekiyor, sete set savunmada maç genelinde çok iyi bir savunma yaptığımızı söyleyebilirim. Bu dakikadan sonra TV Molası'nın da yardımıyla yine oyunda dengeyi kurduk ve skoru 21-17'ye getirdik. Maçın genelinde olduğu gibi bu maça has tüm emekleri 2 dakikada heba etme sorunuyla karşılaştık ve 2. periyot başladığında skorda 29-19 gerideydik.

2. periyoda yapmamız gerektiği gibi çok iyi bir savunmayla başladık. Çünkü Efes gibi bir takımdan 29 sayı yediğimiz sürece kazanma şansımız yok bizim. Nitekim bu doğrultuda son 3 çeyrekte toplam 39 sayı yedik. Hücumda Lakovic'in sorumluluk alması sonucunda farkı 3 sayıya indirmiştik ve her şey istediğimiz gibi gidiyordu ki yine tüm periyot emeğini 1-2 dakika içinde çöpe attık. Fast break sonu Cenk Akyol'un üçlüğü, ardından Oktay Mahmuti'nin mola istemesi ama verilmemesi, 1 pozisyon sonrası Cenk Akyol'un bu sefer 2 sayılık basketi ve ardından verilen mola sonucunda skor 40-30, fark ise yine 10 sayıydı. Karşılıklı basketler sonucunda devreye 45-34 ile giriliyordu ve çok iyi oynadığımız 2. periyotta fark 1 sayı daha açılmıştı.

Sene başından beri 3. periyot sorunumuz var gibi gözüküyordu. Bu maç ile birlikte bunu tam anlamıyla aştık. Çeyreğe mükemmel başladık, hatta Barcelona maçından sonra güçlü bir rakibe karşı oynadığımız en iyi periyottu diyebilirim ama maalesef bunu skora yine yansıtamadık. Jamon Lucas Gordon hem hücumda hem de savunmada inanılmaz işler yaptı ve farkı 2 sayıya kadar indirdik. Kaçırdığı smaca rağmen; üst üste çaldığı toplar, bitirdiği fast breakler ve yaptığı asistler... Şu ana kadar sezon içinde gördüğüm en değerli bireysel performanslardan biriydi gerçekten.  Bu periyotta Sasha Vujacic dışında hücumda opsiyon bulamayan Anadolu Efes, Vujacic'in birbirinden zor pozisyonlarda bulduğu basketler ile rahatladı, bu da bizim şanssızlığımızdı. Songaila'nın kaçırdığı bomboş turnike maçın kırılma anıydı ve muhteşem oyunumuzla önde bitirebileceğimiz periyotta bu dakikadan sonra momentumu kaybederek 10-0'lık seri yedik. Yine çeyreğin son 2 dakikasında kontrolden çıkıyorduk ki Jaka Lakovic faul çizgisine giderek bizi rahatlattı ve son periyoda da 60-52 geride girdik. Çeyrek skoru 18-15 bizim lehimize gözüküyor ama bu periyot biraz daha şanslı olsaydık, çeyreği muhtemelen 25-10 gibi bir skorla bitirebilirdik.

Son periyot Euroleague ve Avrupa Basketbolu'nun tanımı gibi geçti: "SAVUNMA". 2 takım da birbirinden iyi savunma yaptı bu periyotta. Hücumumuz kısıtlı ve bu anlarda biz daha çok zorlanıyoruz derdik hep, bu maçta da bunu gördük. Son 2 dakikaya kadar saha içi isabet bulamadık, bulduğumuz 4 sayı da serbest atışlardandı. Ribaund sorunumuz yine baş gösterdi, maçın en kritik pozisyonlarından birinde daha, Kinsey'in kaçırdığı turnikesinin ribaundunu alıp basket yapması ve farkı 8'e çıkarmasıyla teslim bayrağını çektik. Yine Efesli oyuncuların pota altında istop oynadığı son 1 dakikada süre hep aleyhimize işledi. Top bize geçtiğinde ise maçı kazanma umudumuzu kaybettirecek ve bize sadece averaj hesabı yaptıracak kadar süre kalmıştı. Maçı 68-62 kaybettik ama Top 8 umutlarımızı kaybetmedik. Abdi İpekçi'de Anadolu Efes'e karşı 6 sayı geriden başlayacağız sadece...

Bu maç özelinde genelde yapmayı sevmediğim bir şeyi yaparak oyuncuları tek tek değerlendirmek istiyorum.

Göksenin Köksal: İpekçi'deki maçta bizi yıkan isim olan Kerem Tunçeri'yi tam anlamıyla kilitledi, burada bize büyük bir avantaj sağladı. Şu an takımın olmazsa olmaz oyuncularından biri olmaya doğru hızla ilerliyor. Savunmasının yanında maçtaki 3 üçlüğümüzün 2'si kendisinden geldi. Bu maçlık bizim esktra faktörümüz oldu, sadece fast breaklerdeki tercihlerini gözden geçirmesi gerekiyor, böyle devam...


Jamon Gordon: All-Around tabirinin kitabını baştan yazdı. Saha içinde takımı ayağa kaldıran oyuncuydu. O kadar çok mücadele etti ki, nefes nefese kaldığında bile, kenara gelene kadar gösterdiği mücadele ayakta alkışlanır. Böyle bir oyuncuya sahip olduğumuz için çok şanslıyız, umarım uzun yıllar burada kalır.

Josh Shipp: İstatistiklere baktığımızda yine verimli olduğunu söyleyebiliriz ama bu maçta benim ondan beklentilerimi karşılayamadı. Her zaman görevini yapıyor zaten ve çok iyi bir takım oyuncusu ama oyununda eksik olan ufak şeyler var. Sete set hücumda takıma avantaj sağlayacak bir skor opsiyonu daha kazandığında o da Euroleague seviyesinde çok değerli bir oyuncu olacak.

Darius Songaila: Şu maçta uzun süre sonra beklediğimiz skor katkısını yaptı, maça da çok iyi girdi ama Savanovic'i 3-4 pozisyonda bulamaması, ardından 3. çeyrek kaçırdığı, küçük takım oyuncularının bile rahatlıkla atacağı turnikeyle maçı bize kaybettiren oyuncuydu. Umudum azalıyor, son şansları...

Furkan Aldemir: Pota altında iyi mücadele etti. 2 hücum ribaundu yaptı ama nedense bu pozisyonları bitirebilecek durumdayken bitiremedi. Her gün fizik olarak güçleniyor, umarım ilerleyen günlerde yine iyi katkı verecek. Maç içinde tribüne hayran bir şekilde kaçamak bakışlar atması, maç sonu ise tribüne bakarak gözlerinin dolması onun ne kadar yürekli ve bu formayı sahiplenen bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Geleceğimiz...

Jaka Lakovic: Hücum setleri içinde verimli olamasa da tecrübenin ne demek olduğunu bu maçta bize gösterdi. En sıkıştığımız anlarda hep faul çizgisine gitti ve 8'de 8 isabet sağladı. Savunmada ise tuttuğu rakiplerini iyi kovaladı, fiziksel dezavantajını hissettirmedi. Her maç bu şekilde katkı sağlar umarım, bu maç için gereken katkıyı yaptı, şutları girdiğinde takımı daha da sırtlayacaktır. Maç sonunda da tribünün önünden bir süre ayrılmayıp bizlerden özür dileyen Lakovic, saha içinde kariyerinin en çok mücadele ettiği sezonunu geçiriyor ve ben başlarda transferine çok sıcak bakmadığım bu adamı sevmeye başlıyorum.

Ender Arslan: Sakatlıktan çıktı, doğal olarak kötüydü. Tutku'nun da olmamasıyla guard bölgesinde ve hücum organizasyonlarında sorun yaşamamıza neden oldu. Yalnız bu maçı hariç tutuyorum, "Sezon başında 25 dakika oynadığı maçlarda bile bize ne verdi, hangi maçta bizi taşıdı?" gibi soruların cevabını bulamıyorum. Bir şeyler yapması için tam zamanı, yoksa şu performansı ile bu kadroya lüks geliyor.

Preston Shumpert: Seri katilimiz bu sene oynadığımız bu tarz maçlarda pek verimli olamadığı maçlara bir yenisini ekledi. Onun verimsizliğinde kuşkusuz Tutku'nun yokluğunun da payı var ama dezavantajlarını düşündüğümüzde onun 0 sayı ile kapattığı bir maçı kazanmamız pek muhtemel gözükmüyor zaten. Bizde kredisi sonsuz, Olympiakos maçında iyi bir performans bekliyoruz.

Luksa Andric: İlk devre Barac karşısında hücumda biraz bocalasa da partneri Tutku'nun yokluğunda 62 sayımızın 14'üne imza attı. Savunmada yine temel taşlarımızdan biriydi, Barac karşısında da iyi durdu. Ribaund sorunumuz için pek suçu yok, o oyundayken tüm takım olarak ribaundlara konsantre olmamız gerekiyor.


Bu oyuncu değerlendirmelerinden sonra maçın genel özetine gelirsek; çok iyi savunma yaptığımız ve genel olarak üstün olduğumuz maçta 2'şer dakikalık periyot sonlarındaki kötü performanslarımızın ve kaçan bomboş fastbreaklerin kurbanı olduk diyebilirim. Böyle bir maçtan mağlubiyetle ayrılmak insanın hevesini ve biraz da umutlarını kırıyor ama hiçbir şey bitmiş değil. İçerideki Olympiakos ve Efes maçlarını kazandığımız sürece bu grupta her şey olabilir. Bu 2 maçı alırsak yanına bir Olympiakos deplasman galibiyeti ile %90 turlayacağımız bir senaryo bile mevcut. Bu yüzden Olympiakos maçına "Tamam mı? Devam mı?" gözüyle de bakabiliriz. Kazanırsak taraftarımız tekrar o heyecanı yaşayacak ve takıma olan umutlarını tazeleyecek, kaybedersek ise Euroleague'de bu sene zaten misyonumuzu tamamladığımızı hatırlayıp lige konsantre olacağız. Başlıkta da yazdığı gibi; eğer biz istersek, henüz hiçbir şey bitmedi...